Altışar kişilik ekiplerden oluşan hücumbotlar karaya çıkarma yaparken başımıza nelerin geleceğini tam olarak bilemiyoruz. Aracımız dalgaları keserek ilerlerken son kontrollerimizi yapıyoruz. Gergin bekleyiş, kıyıdan açılan ateş ile bir anda sona eriyor. Bu noktada botun kontrolü bize geçiyor ve taramalıyı da yöneterek kontrolü alıyoruz. Sol yanımızda uzanmakta olan liman üzerinden bize ateş açan düşmanlara karşılık vermeye çalışıyoruz. Az ileriye düşen gülleler denizde patlamalara neden oluyor. Alev ve duman içerisinde artık atışlarımızdan emin olamadığımız bir anda bizim de botumuz alabora oluyor. Tüm olan bitenin bulanıklaştığı bir anda adamlarımızla denizin içinde ilerlerken buluyoruz kendimizi. Suyun üzerinde oluşan beyaz köpük ve kabarcık grubu yavaş yavaş bulunduğumuz yere doğru ilerliyor. Çok geç olmadığı taktirde, üzerimize gelenin kıyıdaki taramalı tüfeğin saydırdığı mermiler olduğunu anlıyoruz. Ümitsizce bir siper arıyoruz kendimize. Botun içindeki bazı askerlerin cesetleri suyun üzerinde yüzerken nerenin güvenli olabileceğini kestirmek içinden çıkılmaz bir hal alıyor.�
Yaşadıklarımız, Yaşayacaklarınız...
Evet, herkesin merakla beklediği Medal of Honor�ın son halkası, türün sevdiği bir operasyon olarak karaya çıkarma yaparken bir hücumbot üzerinde başlıyor. Olayların yukarıdaki gibi geliştiği MOH�da artık Pasifik Okyanusunda gerçekleşmiş II. Dünya Savaşı temasının bir parçası olacağız.
İster Birinci ister İkinci Dünya Savaşı olsun, bu tarz konular her zaman olduğu gibi yapımcıların imdadına yetişmeye devam ediyor. Kahraman askerlik öykülerini çok çeşitli biçimlerde irdeleyen firmalar bir biri ardına yeni oyunlarını piyasaya sürüyor. Yaklaşık üç yıl önce EA tarafından çıkarılan ilk Medal of Honor ise taraflı tarafsız akıllarda kalıcı yer etmeye hak kazanmıştı. Üç yıl önceki oyunun en büyük artısı şüphesiz sizi kendine bağlayan atmosferiydi. İkinci Dünya Savaşının sert çatışma ortamını oldukça başarılı yansıtılması MOH�ı kendine özgü bir noktaya taşımıştı. Aradan geçen zaman beraberinde teknoloji gelişimini getirirken benzeri pek çok yapımı da ortaya çıkardı. Eski başarısını bir kenara bırakırsak MOH�ın hatta bu konu ve türde karar kılmış herhangi bir yapımcının işi artık oldukça zor. Savaş oyunları defalarca işlendiği için yenilik geliştirmek çok büyük dahilik gerektiriyor. Diğer yandan da FPS için Far Cry, Doom3 ve Half-Life2 gibi rakipler varken en azından onlarla baş edebilecek bir yapım kolay değil. Anlatımı izlenim ve incelemeyi harmanlamaya çalıştığım bu yazıda kısaca girişte bıraktığımız yerden devam edelim.
�Görevimiz kıyıyı temizlemek. Belki de başka seçeneğimiz olmadığı için vızıldayan mermilere aldırmadan ilerlememiz gerekmekte. Tam karşımızda kabinin içinde, ağır makineliyi kullanan adamı vurup devam etmek zorundayız. Onu vurduktan sonra bu boşluğu fırsat bilip adamlarımızla karaya ayak basıyoruz. Yakın mesafede olduğumuz için düşman askeri süngüsünü demirden yapılmış ağır bir mızrak gibi havada tutarak üstümüze çullanmaya çalışıyor. Bir taraftan geriye adım atıp diğer taraftan tüfeğimizle nişan almaya çalışıyoruz. Atış yaptıktan sonra yeniden yükleme yapmamız gerekeceği için boşa kurşun sıkma gibi bir lüksümüz yok. Tüm bunlarla cebelleşirken arkadaşımız düşmanı vuruyor ve biz de botun üzerindeyken gördüğümüz iskelenin kızaklarını siper olarak kullanmış arkadaşlarımızın yanından düşmanı geri püskürtmeye çalışıyoruz. Ancak adamlarımızı bir bir kaybediyoruz. Tam bu sırada bulanıklaşan ekranın içerisinde oluşan bir parlama bizi oldukça gerilere götürüyor.�
Medal of Honor Oyunları
Devam etmeden önce isterseniz bilgi edinme ve hatırlama amaçlı olarak serinin bundan önceki oyunlarına bir göz atalım. İlk çıkan ve belki de en çok beğenilen oyunun kod adı Allied Assault idi. Bir adam ne tarihin kaderini ne kadar değiştirebilir ? diyerek İkinci Dünya Savaşında Alman sınırlarına saldırılar düzenliyorduk. Hedefimiz stratejik alman bölgelerini yok etmek ve köprü, üs gibi bazı noktaların hakimiyetini almaktı. Tek kişilik görevlerde gönüllerde taht kuran MOH için özellikle online oyun eksikliğini gidermek amacıyla Spearhead genişleme paketi hazırlanmış ve oyuncuların beğenisine sunulmuştu. Birkaç silahın eklenmesi dışında bir yenilik olmaması ve Berlin�de geçen görevlerin biraz yavan olmasına rağmen bu sürüm de MOH hanesine bir artı ilave etmişti. Sürekli Almanlarla savaşmak, oyuncular arasında �nazi avı� şeklinde telaffuz edilmeye başlandığında bu iş biraz kabak tadı vermeye başlamıştı. Bunu fırsat bilen yapımcılar yine bir görev paketi adı altında aynı motoru kullanan Breakthrough�yu piyasa sürdüler. Bu sefer de İtalya ve Kuzey Afrika dolaylarında pek çok göreve atılabiliyordunuz. PC�de bu gelişmeler yaşanırken MOH�ın yarattığı başarının semeresini bu sefer de konsollar için yemeye başlayan firma, Playstation, GameCube ve X-Box için MOH: Frontline ve daha sonra da Rising Sun�ı geliştirdi. Hatta Gameboy Advance için hazırlanmış olan Infiltrator�u da hesaba katmalıyız. PC�de ilk oyunun üzerine görev paketleriyle eklemeler yapılması oyunu gelebilecek en yüksek seviyeye ulaştırmıştı. Yeni Medal of Honor bir görev paketi olsaydı eminim ilgi çok düşerdi. Bu nedenle bir kabuk değişikliğine gidildi ve oyun DVD ve CD olarak kendi başına tasarlandı.
Er Ryan�ı Kurtardık, Sıra Pearl Harbor�da
En sevilen MOH�ın ilk oyun olmasının bir nedeni de belki de Er Ryan�ı kurtarmak filmindeki özellikle Normandiya çıkarmasının etkisinin büyük olmasıydı. Böylesi çaresiz bir hamleyi özellikle Oscarlarla ödüllendirilen başarılı bir filmin ardından oyuncuya yaşama fırsatı sunmak aynı zamanda programcılar kadar reklamcıların ve pazarlamacıların da işine geliyordu. Diğer oyunların en büyük eksiği ise her ne kadar tarihsel süreçlere göndermeler yapsa da, belki de görsel ziyafet sağlayacak herkesin bildiği böyle sağlam bir konu temelinin eksikliğiydi. Pacific Assault bu noktada ilk formülü bir daha deniyor. Malzemesini sağlam tutarak Pearl Harbor konusunu işliyor. Bunu işlerken de olay akışını aynen Pearl Harbor filminde yaşananlardan aktarıyor. Dolayısıyla oyunu oynarken kendinizi filmin içinde hissediyorsunuz. Burada da oluşan bir sorun, filmin oyuna nazaran tarih olarak üç yıl önce çıkması. Pacific Assault, Pearl Harbor filminin oyunu değil. Allied Assault ise Er Ryan�ı Kurtarmak filminin oyunu değildi. Ama görünen bariz paralellikler oyuncunun yapımla özdeşlemesini kolaylaştırıyordu. Bu bakımdan film ile oyun arasındaki üç yıllık fark aynı zamanda konunun günümüzde ele alındığı en sıcak zamanları da ıskalamış oluyor. Hem o sıcak anları, hem filmi hem de oyunda kaldığımız noktadan devam edelim.
�Kıyıda oluşan bulanıklıktan sonra 2 yıl önceye eğitim gördüğümüz kampa dönüyoruz. Burada koşma, atlama, tırmanma, silah kullanma, nişan alma ve patlayıcılar üzerine uzun ve biraz da gereksiz eğitim alıyoruz. Eğitim bittikten sonra Pearl Harbor�a gidiyoruz. Her şey güllük gülistanlık bir şekilde üssümüzde dolaşırken Japon uçakları gökyüzünü kara bir bulut gibi kaplıyor. Siren sesleri çalmaya başladığı anda ilk Japon bombası bir yeri çoktan patlatmış oluyor. Bu ani saldırı herkeste panik ve çaresizlik hissi uyandırıyor. Bilinçsizce koşuşan askerler ve halkın arasında gemiye varıp saldırıyı hafifletmeye karar veriyoruz. Limandan gemiye varıp uçaksavarı kullanmak şimdiki görevimiz. Ancak yol sandığımızdan da çetrefilli. Alçalıp taramalı tüfekle ateş eden uçaklar, gök yüzünden inen bombalar, patlamalar ve yaralılar arasında yol alıyoruz. Önce bir hücumbota biniyoruz. Elimizden geldiğince bölgedeki uçakları düşürmeye çalışıyoruz. Ancak ne yaparsak yapalım beklenmedik bu saldırı karşısında elimizden fazla bir şey gelmiyor. Donanmanın gözbebeği Nevada büyük yara almış ve batmak üzere. Bottan atlayıp gemiye giriyoruz. Suyun an be an yükseldiğini fark ediyoruz. İlk kattaki vanaları kapayıp geminin daha fazla su almasını engellemeye çalışıyoruz. Sol altta yer alan kronometre aleyhimize işliyor. Yukarı kata çıktığımızda kilitli bir kapının camından bakıyoruz. Su dolu bu bölmeye ulaşmak imkansız. O da ne? Kapının öbür tarafındaki manzara tüyler ürpertici. Bir asker içeride boğulmuş ve vücudu yukarı doğru yükselirken kafası cama vuruyor. İrkiliyor ama yolumuza devam etmek zorundayız. Yukarı çıkıp uçak savarın başına geçip saldırının dinmesini umut ediyoruz. Yolda gördüğümüz yaralıları elimizden geldiğince doktorların yanına taşıyoruz. Sıkışmış kapılar acil durum baltasıyla açıyor ve tepeye varıyoruz. Uçaksavarın kontrolünü elimize alarak gökyüzünü ferahlatmaya çalışıyoruz. Bu arada gemimiz Nevada kan kaybediyor.�
Doktor! Yardım Edin, Hiçbir Şey Hissetmiyorum...
Bu şekilde ilerleyen oyunda aktardığım tüm detayları yaşayabilirsiniz. Diğer oyunlara göre en büyük yenilik tıbbi müdahaleler. Artık yaralandığımız zaman özellikle orman gibi görevlerin içinde sağlık paketi bulmak çok çok zor olacak. Bunun yerine ekibimizde veya olay yerinde bulunan sağlık personelinin yanına giderek B tuşuna basmak ve onun bize pansuman yapmasını ve ilaç vermesini beklemek. Baygın yatan yaralıları ise (üzerlerinde ünlem olan) Kaldırıp doktorların yanına götürdüğümüzde ise insani görevimizi tamamlamış olup kahramanlık puanlarımız artıyor.
Görsellik oyunun güvendiği en büyük özellik. Bazı sinematik efektlerin oldukça etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Örneğin daha ilk başta botun içinde dalgaların yüzünüze çarpması veya ateş ederken yaşadığınız sarsılmalar ve oluşan geçici bulanıklık anları oldukça güzel tasarlanmış. Modellemeler açısından yüz tasarımlarının çok çok iyi olduğunu askerlerin kirli sakallarından, konuşurken oluşan mimiklerine kadar net bir görüntü oluştuğunu söyleyebilirim. Diğer taraftan da sık sık gördüğümüz askerlerin ellerinin facia olduğunu itiraf etmeliyim. Eller sanki mutant yaratıkların pençelerine benziyor. Uçak, cip ve gemi modellemelerinin oldukça detaylı olduğunu görüyoruz. Özellikle dev gemilerin ahşaplarının bile ayrı bir güzelliği var. Uçakların da en yukarıdan başımızın hemen üstüne kadar yumuşak geçişli animasyonlar yaparak kalitesini kaybetmeden geldiğini görebilirsiniz. Bu da araçlarda kullanılan poligon sayısının çokluğunu kanıtlar nitelikte. Tüm bu artılara rağmen birebir çatışmaların yaşandığı ormanların anlayamadığım bir şekilde oldukça yapay olduğu hissi uyanıyor içinizde. Sanki stüdyoda bir çekim yapılıyormuş da biraz kum konmuş, boş olan bir yere de palmiye dikilmiş ve �motor� denmiş gibi bir hava söz konusu. Özellikle sistem kaynaklarını adeta sömürerek kullanan oyunun grafiklerinin belli bölümlerindeki bu düşüşü hiç onaylamadık. Karşılaştırma yapmak gerekirse, oyunu denediğimiz Nvidia FX5700, 512mb Ram ve P4 2.4 işlemcili sistemimizde Doom 3�ün çok daha iyi çalışmıştı. Belirttiğim detayları istiyorsanız, bahsettiğim sistem de yeterli olmayabiliyor çoğu zaman.
Sesler de önceki oyunlarda olduğu gibi sizi tatmin edecek nitelikte. Konuşmaları gerçekleştirenlerin aksanları ve kayıtlardaki netlik kendini hissettiriyor. Patlamalar, silahlar, çevre ve araç sesleri neredeyse tüm MOH serisindeki oyunlar gibi sizi savaşın içine çekiyor. Ayrıca farklı zeminlerde adımlarınızın farklı sesler çıkarması da bir başka büyük artı. Tüm bunların içinde özellikle Pearl Harbor saldırısının yaşandığı anlarda çalan destansı müzikler eminim pek çok oyuncuyu damardan etkileyecektir.
�Silahlara Veda�*
Sonuç olarak oyunu oynarken dev bütçeli bir Hollywood filmi izlemekle aynı hisse sahip oluyorsunuz. Kusursuz montajlı ve prodüksiyon olmasına rağmen aklınızda fazla bir şeyin kalmadığı cinsten filmi izlemekle aynı duygu. Hali hazırdaki tabir yerindeyse �baba� Doom, Far Cry gibi fps�lere teknolojik açıdan rakip olamayacağını bir gerçek. Atmosfer olarak ise karşılaştırma yapmak açısından kısa zaman önce çıkmış ve incelemesini sitemizde bulabileceğiniz �Men of Valor� ile aynı terazide yer alabilir. Pacific Assault�un Men of Valor�dan bir gömlek üstün olduğunu söylemek yanlış olmayacak. En azından Vietkonglu sivilleri sinek avlar gibi öldürmek durumunda değiliz.
Savaş oyunları yapan her firma tarihteki böylesine utanılacak sahnelerin eğlenceye sektörüne girdiğini bildiği ve oluşacak tepkileri öngördüğü için �asker psikolojisini� ve savaşın kötü yüzünü yaşayacağınızı vaat ederler. Ancak sürekli Amerika ülkesine dair yaşanan sıkıntılar konu edilir. Bana kalırsa iyi ve tarafsız bir oyun savaşan veya bahsi geçen ülke tarafından işgal edilen diğer ülkelerin açısından da oyunu irdelemeli. Örneğin bu oyunda keşke Japonya tarafından da tarih akışını görebilseydik. Ya da da sonra onlara atılan atom bombasının hesabını en azından oyunda verebilseydik. Tüm bunlar oyunlarda o veya bu nedenden dolayı görülemiyor. Ancak benim aklımda savaşın kötü izlerini etkili bir şekilde belki de oynadığım tüm oyunlardan daha belirgin ve hissedilir bir şekilde yaşamama neden olan *Hemingway�in �Silahlara Veda� romanı var. Fırsat bulup bu kitabı da okumanızı öneriyor ve sizi silahlara veda ederken silah rehberiyle baş başa bırakıyorum. Umarım asla kullanmanız gerekmez.
Yaşadıklarımız, Yaşayacaklarınız...
Evet, herkesin merakla beklediği Medal of Honor�ın son halkası, türün sevdiği bir operasyon olarak karaya çıkarma yaparken bir hücumbot üzerinde başlıyor. Olayların yukarıdaki gibi geliştiği MOH�da artık Pasifik Okyanusunda gerçekleşmiş II. Dünya Savaşı temasının bir parçası olacağız.
İster Birinci ister İkinci Dünya Savaşı olsun, bu tarz konular her zaman olduğu gibi yapımcıların imdadına yetişmeye devam ediyor. Kahraman askerlik öykülerini çok çeşitli biçimlerde irdeleyen firmalar bir biri ardına yeni oyunlarını piyasaya sürüyor. Yaklaşık üç yıl önce EA tarafından çıkarılan ilk Medal of Honor ise taraflı tarafsız akıllarda kalıcı yer etmeye hak kazanmıştı. Üç yıl önceki oyunun en büyük artısı şüphesiz sizi kendine bağlayan atmosferiydi. İkinci Dünya Savaşının sert çatışma ortamını oldukça başarılı yansıtılması MOH�ı kendine özgü bir noktaya taşımıştı. Aradan geçen zaman beraberinde teknoloji gelişimini getirirken benzeri pek çok yapımı da ortaya çıkardı. Eski başarısını bir kenara bırakırsak MOH�ın hatta bu konu ve türde karar kılmış herhangi bir yapımcının işi artık oldukça zor. Savaş oyunları defalarca işlendiği için yenilik geliştirmek çok büyük dahilik gerektiriyor. Diğer yandan da FPS için Far Cry, Doom3 ve Half-Life2 gibi rakipler varken en azından onlarla baş edebilecek bir yapım kolay değil. Anlatımı izlenim ve incelemeyi harmanlamaya çalıştığım bu yazıda kısaca girişte bıraktığımız yerden devam edelim.
�Görevimiz kıyıyı temizlemek. Belki de başka seçeneğimiz olmadığı için vızıldayan mermilere aldırmadan ilerlememiz gerekmekte. Tam karşımızda kabinin içinde, ağır makineliyi kullanan adamı vurup devam etmek zorundayız. Onu vurduktan sonra bu boşluğu fırsat bilip adamlarımızla karaya ayak basıyoruz. Yakın mesafede olduğumuz için düşman askeri süngüsünü demirden yapılmış ağır bir mızrak gibi havada tutarak üstümüze çullanmaya çalışıyor. Bir taraftan geriye adım atıp diğer taraftan tüfeğimizle nişan almaya çalışıyoruz. Atış yaptıktan sonra yeniden yükleme yapmamız gerekeceği için boşa kurşun sıkma gibi bir lüksümüz yok. Tüm bunlarla cebelleşirken arkadaşımız düşmanı vuruyor ve biz de botun üzerindeyken gördüğümüz iskelenin kızaklarını siper olarak kullanmış arkadaşlarımızın yanından düşmanı geri püskürtmeye çalışıyoruz. Ancak adamlarımızı bir bir kaybediyoruz. Tam bu sırada bulanıklaşan ekranın içerisinde oluşan bir parlama bizi oldukça gerilere götürüyor.�
Medal of Honor Oyunları
Devam etmeden önce isterseniz bilgi edinme ve hatırlama amaçlı olarak serinin bundan önceki oyunlarına bir göz atalım. İlk çıkan ve belki de en çok beğenilen oyunun kod adı Allied Assault idi. Bir adam ne tarihin kaderini ne kadar değiştirebilir ? diyerek İkinci Dünya Savaşında Alman sınırlarına saldırılar düzenliyorduk. Hedefimiz stratejik alman bölgelerini yok etmek ve köprü, üs gibi bazı noktaların hakimiyetini almaktı. Tek kişilik görevlerde gönüllerde taht kuran MOH için özellikle online oyun eksikliğini gidermek amacıyla Spearhead genişleme paketi hazırlanmış ve oyuncuların beğenisine sunulmuştu. Birkaç silahın eklenmesi dışında bir yenilik olmaması ve Berlin�de geçen görevlerin biraz yavan olmasına rağmen bu sürüm de MOH hanesine bir artı ilave etmişti. Sürekli Almanlarla savaşmak, oyuncular arasında �nazi avı� şeklinde telaffuz edilmeye başlandığında bu iş biraz kabak tadı vermeye başlamıştı. Bunu fırsat bilen yapımcılar yine bir görev paketi adı altında aynı motoru kullanan Breakthrough�yu piyasa sürdüler. Bu sefer de İtalya ve Kuzey Afrika dolaylarında pek çok göreve atılabiliyordunuz. PC�de bu gelişmeler yaşanırken MOH�ın yarattığı başarının semeresini bu sefer de konsollar için yemeye başlayan firma, Playstation, GameCube ve X-Box için MOH: Frontline ve daha sonra da Rising Sun�ı geliştirdi. Hatta Gameboy Advance için hazırlanmış olan Infiltrator�u da hesaba katmalıyız. PC�de ilk oyunun üzerine görev paketleriyle eklemeler yapılması oyunu gelebilecek en yüksek seviyeye ulaştırmıştı. Yeni Medal of Honor bir görev paketi olsaydı eminim ilgi çok düşerdi. Bu nedenle bir kabuk değişikliğine gidildi ve oyun DVD ve CD olarak kendi başına tasarlandı.
Er Ryan�ı Kurtardık, Sıra Pearl Harbor�da
En sevilen MOH�ın ilk oyun olmasının bir nedeni de belki de Er Ryan�ı kurtarmak filmindeki özellikle Normandiya çıkarmasının etkisinin büyük olmasıydı. Böylesi çaresiz bir hamleyi özellikle Oscarlarla ödüllendirilen başarılı bir filmin ardından oyuncuya yaşama fırsatı sunmak aynı zamanda programcılar kadar reklamcıların ve pazarlamacıların da işine geliyordu. Diğer oyunların en büyük eksiği ise her ne kadar tarihsel süreçlere göndermeler yapsa da, belki de görsel ziyafet sağlayacak herkesin bildiği böyle sağlam bir konu temelinin eksikliğiydi. Pacific Assault bu noktada ilk formülü bir daha deniyor. Malzemesini sağlam tutarak Pearl Harbor konusunu işliyor. Bunu işlerken de olay akışını aynen Pearl Harbor filminde yaşananlardan aktarıyor. Dolayısıyla oyunu oynarken kendinizi filmin içinde hissediyorsunuz. Burada da oluşan bir sorun, filmin oyuna nazaran tarih olarak üç yıl önce çıkması. Pacific Assault, Pearl Harbor filminin oyunu değil. Allied Assault ise Er Ryan�ı Kurtarmak filminin oyunu değildi. Ama görünen bariz paralellikler oyuncunun yapımla özdeşlemesini kolaylaştırıyordu. Bu bakımdan film ile oyun arasındaki üç yıllık fark aynı zamanda konunun günümüzde ele alındığı en sıcak zamanları da ıskalamış oluyor. Hem o sıcak anları, hem filmi hem de oyunda kaldığımız noktadan devam edelim.
�Kıyıda oluşan bulanıklıktan sonra 2 yıl önceye eğitim gördüğümüz kampa dönüyoruz. Burada koşma, atlama, tırmanma, silah kullanma, nişan alma ve patlayıcılar üzerine uzun ve biraz da gereksiz eğitim alıyoruz. Eğitim bittikten sonra Pearl Harbor�a gidiyoruz. Her şey güllük gülistanlık bir şekilde üssümüzde dolaşırken Japon uçakları gökyüzünü kara bir bulut gibi kaplıyor. Siren sesleri çalmaya başladığı anda ilk Japon bombası bir yeri çoktan patlatmış oluyor. Bu ani saldırı herkeste panik ve çaresizlik hissi uyandırıyor. Bilinçsizce koşuşan askerler ve halkın arasında gemiye varıp saldırıyı hafifletmeye karar veriyoruz. Limandan gemiye varıp uçaksavarı kullanmak şimdiki görevimiz. Ancak yol sandığımızdan da çetrefilli. Alçalıp taramalı tüfekle ateş eden uçaklar, gök yüzünden inen bombalar, patlamalar ve yaralılar arasında yol alıyoruz. Önce bir hücumbota biniyoruz. Elimizden geldiğince bölgedeki uçakları düşürmeye çalışıyoruz. Ancak ne yaparsak yapalım beklenmedik bu saldırı karşısında elimizden fazla bir şey gelmiyor. Donanmanın gözbebeği Nevada büyük yara almış ve batmak üzere. Bottan atlayıp gemiye giriyoruz. Suyun an be an yükseldiğini fark ediyoruz. İlk kattaki vanaları kapayıp geminin daha fazla su almasını engellemeye çalışıyoruz. Sol altta yer alan kronometre aleyhimize işliyor. Yukarı kata çıktığımızda kilitli bir kapının camından bakıyoruz. Su dolu bu bölmeye ulaşmak imkansız. O da ne? Kapının öbür tarafındaki manzara tüyler ürpertici. Bir asker içeride boğulmuş ve vücudu yukarı doğru yükselirken kafası cama vuruyor. İrkiliyor ama yolumuza devam etmek zorundayız. Yukarı çıkıp uçak savarın başına geçip saldırının dinmesini umut ediyoruz. Yolda gördüğümüz yaralıları elimizden geldiğince doktorların yanına taşıyoruz. Sıkışmış kapılar acil durum baltasıyla açıyor ve tepeye varıyoruz. Uçaksavarın kontrolünü elimize alarak gökyüzünü ferahlatmaya çalışıyoruz. Bu arada gemimiz Nevada kan kaybediyor.�
Doktor! Yardım Edin, Hiçbir Şey Hissetmiyorum...
Bu şekilde ilerleyen oyunda aktardığım tüm detayları yaşayabilirsiniz. Diğer oyunlara göre en büyük yenilik tıbbi müdahaleler. Artık yaralandığımız zaman özellikle orman gibi görevlerin içinde sağlık paketi bulmak çok çok zor olacak. Bunun yerine ekibimizde veya olay yerinde bulunan sağlık personelinin yanına giderek B tuşuna basmak ve onun bize pansuman yapmasını ve ilaç vermesini beklemek. Baygın yatan yaralıları ise (üzerlerinde ünlem olan) Kaldırıp doktorların yanına götürdüğümüzde ise insani görevimizi tamamlamış olup kahramanlık puanlarımız artıyor.
Görsellik oyunun güvendiği en büyük özellik. Bazı sinematik efektlerin oldukça etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Örneğin daha ilk başta botun içinde dalgaların yüzünüze çarpması veya ateş ederken yaşadığınız sarsılmalar ve oluşan geçici bulanıklık anları oldukça güzel tasarlanmış. Modellemeler açısından yüz tasarımlarının çok çok iyi olduğunu askerlerin kirli sakallarından, konuşurken oluşan mimiklerine kadar net bir görüntü oluştuğunu söyleyebilirim. Diğer taraftan da sık sık gördüğümüz askerlerin ellerinin facia olduğunu itiraf etmeliyim. Eller sanki mutant yaratıkların pençelerine benziyor. Uçak, cip ve gemi modellemelerinin oldukça detaylı olduğunu görüyoruz. Özellikle dev gemilerin ahşaplarının bile ayrı bir güzelliği var. Uçakların da en yukarıdan başımızın hemen üstüne kadar yumuşak geçişli animasyonlar yaparak kalitesini kaybetmeden geldiğini görebilirsiniz. Bu da araçlarda kullanılan poligon sayısının çokluğunu kanıtlar nitelikte. Tüm bu artılara rağmen birebir çatışmaların yaşandığı ormanların anlayamadığım bir şekilde oldukça yapay olduğu hissi uyanıyor içinizde. Sanki stüdyoda bir çekim yapılıyormuş da biraz kum konmuş, boş olan bir yere de palmiye dikilmiş ve �motor� denmiş gibi bir hava söz konusu. Özellikle sistem kaynaklarını adeta sömürerek kullanan oyunun grafiklerinin belli bölümlerindeki bu düşüşü hiç onaylamadık. Karşılaştırma yapmak gerekirse, oyunu denediğimiz Nvidia FX5700, 512mb Ram ve P4 2.4 işlemcili sistemimizde Doom 3�ün çok daha iyi çalışmıştı. Belirttiğim detayları istiyorsanız, bahsettiğim sistem de yeterli olmayabiliyor çoğu zaman.
Sesler de önceki oyunlarda olduğu gibi sizi tatmin edecek nitelikte. Konuşmaları gerçekleştirenlerin aksanları ve kayıtlardaki netlik kendini hissettiriyor. Patlamalar, silahlar, çevre ve araç sesleri neredeyse tüm MOH serisindeki oyunlar gibi sizi savaşın içine çekiyor. Ayrıca farklı zeminlerde adımlarınızın farklı sesler çıkarması da bir başka büyük artı. Tüm bunların içinde özellikle Pearl Harbor saldırısının yaşandığı anlarda çalan destansı müzikler eminim pek çok oyuncuyu damardan etkileyecektir.
�Silahlara Veda�*
Sonuç olarak oyunu oynarken dev bütçeli bir Hollywood filmi izlemekle aynı hisse sahip oluyorsunuz. Kusursuz montajlı ve prodüksiyon olmasına rağmen aklınızda fazla bir şeyin kalmadığı cinsten filmi izlemekle aynı duygu. Hali hazırdaki tabir yerindeyse �baba� Doom, Far Cry gibi fps�lere teknolojik açıdan rakip olamayacağını bir gerçek. Atmosfer olarak ise karşılaştırma yapmak açısından kısa zaman önce çıkmış ve incelemesini sitemizde bulabileceğiniz �Men of Valor� ile aynı terazide yer alabilir. Pacific Assault�un Men of Valor�dan bir gömlek üstün olduğunu söylemek yanlış olmayacak. En azından Vietkonglu sivilleri sinek avlar gibi öldürmek durumunda değiliz.
Savaş oyunları yapan her firma tarihteki böylesine utanılacak sahnelerin eğlenceye sektörüne girdiğini bildiği ve oluşacak tepkileri öngördüğü için �asker psikolojisini� ve savaşın kötü yüzünü yaşayacağınızı vaat ederler. Ancak sürekli Amerika ülkesine dair yaşanan sıkıntılar konu edilir. Bana kalırsa iyi ve tarafsız bir oyun savaşan veya bahsi geçen ülke tarafından işgal edilen diğer ülkelerin açısından da oyunu irdelemeli. Örneğin bu oyunda keşke Japonya tarafından da tarih akışını görebilseydik. Ya da da sonra onlara atılan atom bombasının hesabını en azından oyunda verebilseydik. Tüm bunlar oyunlarda o veya bu nedenden dolayı görülemiyor. Ancak benim aklımda savaşın kötü izlerini etkili bir şekilde belki de oynadığım tüm oyunlardan daha belirgin ve hissedilir bir şekilde yaşamama neden olan *Hemingway�in �Silahlara Veda� romanı var. Fırsat bulup bu kitabı da okumanızı öneriyor ve sizi silahlara veda ederken silah rehberiyle baş başa bırakıyorum. Umarım asla kullanmanız gerekmez.