Sanırım
onlarca saat süren senas sonunda, Final Fantasy'nin başından yeni
kalkmış birisinden rahatlıkla duyabileceğiniz şeylerdir bunlar.
Chocobo, SeeD, experience, gil bu seri içinde adından sık sık söz
edilen şeyler olsa gerek. Alışverişe çıkarken çantanıza para atmak
yerine gil atmak, motosiklet yerine Chocobo kullanmak, güçlenmek için
materia tüketmek tüm FF'cilerin hayali sanırım. İlk çıktığında bizi o
'üstten görünüşlü' oyunlarıyla büyüleyen devrim zinciri Final Fantasy,
hala 2D hayranlarını kaybetmiş değil. Neden mi dersiniz... Bir oyunun
içinde özgünlük, bununla beraber üstün hayal gücünün meyveleri, harika
bir senaryo, mükemmel karakterler ve aşk olursa, eski kuşak
hayranlarının da tükenmemesi oldukça mantıklı bir açıklamaya sahip
oluyor.
Biraz Geriye Dönüş... Biraz da Temel Bilgiler...
Konuyu biraz açıp geriye döndüğümde, 1987 yılından bu yana, birçok konsolda karşımıza çıkan oyunlarıyla, bunun yanı sıra bizi büyüleyen filmleriyle Final Fantasy, bize ilkleri yaşatmayı çok seviyor. Bu bir gerçek. SquareSoft'u iflastan döndüren bu oyunun çıktığından beri firmayı nerelere getirdiğine bir bakıldığında dudak uçuklatıcı rakamlar görülebilir. Özellikle bu yıl Advent Children, Final Fantasy 13 'altılaması', yeniden düzenlemeler, firmanın gerek Tokyo Game Show'da, gerek E3'te yayımladığı videolar gerçekten kelimelerin kifayetsiz kalacağı derecede güzeldi. Gerçi Dirge Of Cerberus ile biraz duvara toslamış olsalar da, az sonra okuyacağınız şeyler size bu kazayı kesinlikle unutturacaktır. Eğer elinizde bir DS varsa, o zaman 3. oyunun yeniden yapımını ve temeli Final Fantasy 12 olan Revenant Wings'i beklemeye başlayın. Ancak bu zaman diliminde hiç sıkılmayacaksınız, çünkü PlayStation 2 platformunda bir şaheser sizinle beraber olacak; Final Fantasy 12.
Aslında 12. oyunun çıkış hikayesini anlatmak, yılan hikayesini anlatmaktan farklı olmaz sanırım. Yanlış anlamayın, tarihlerden bahsediyorum. 2003 yılında, ilk kez 'Final Fantasy XII' diye bir şey duymanın sevincini yaşamıştık. Ancak Square Enix, oyunun bir yıl sonra çıkacağını bildirince, 'Olsun, FF olsun yeter ki, bekleriz' diyerek beklemeye koyulduk. Gelenek o ki, her Final Fantasy bizi fazlasıyla bekletiyor ancak üzerine harcanan emeğe bakılırsa bu gayet normal bir zaman dilimi. Ancak 2005 yılında firma size oyunun çıkış tarihini 2006 olarak açıklıyorsa, hem sabır sınırınız biraz zorlanmış, hem de merak kat sayınız kaçınılmaz bir şekilde artmış oluyor. (ki onu bana sorun. Japonlar NTSC modelini bitirmişken, PAL versiyonunun demosunu oynamış ve tam hali için yedi ay beklemiş biriyim).
İşte sonunda oyun çıktı! İlk gözümüze çarpanlar, on ikinci durağımızda birçok yeniliğin görüldüğü gibi, tüm Final Fantasy'lerde çalışmış ancak ilk kez serinin bu oyununda eksikliği hissedilen kişilerin de var olması. Alıştığımız üzere karakter tasarımları Tetsuya Nomura tarafından değil, Akihiko Yoshida tarafından yapılmış. Bu durum kesinlikle hayal kırıklığı olmamalı, çünkü karakterlere ve üzerinde harcanan emeğe bakılacak olursa gerçekten iyi iş çıkartmış Yoshida (Dış görünüş açısından bir örnek; Ashe karakterinin posterine sahip olup da asmayan tek kişi tanımıyorum!). Diğer bir farklılık ise, bestecinin Nobuo Uematsu değil de Hitoshi Sakimoto olması. Oyunda Uematsu imzasını taşıyan eser ise tema müziği olan ve Angela Aki'nin seslendirdiği 'Kiss Me Good Bye'.
Prenses, Hırsız ve Sömürge
Şimdi biraz öyküye ve
karakterlere değinelim. Dünyamızın adı Final Fantasy Tactics'ten
hatırlayacağımız 'Ivalice' ve Archadia İmparatorluğu'nun sömürgesi olan
Dalmasca Krallığı ise tüm olayların başladığı yer. Burada yaşayan
Penelo ve hayallerini hava korsanlığı süsleyen hırsız genç Vaan,
tarafsızlıklarını her zaman için koruyan eşler Fran ve Balthier, hain
damgası taşıyan Basch ve ona nefret duyan Ashe oyundaki önemli
karakterler.
Öyküye
gelirsek, bir süre önce sömürgesine saldırı düzenleyen Archadia
İmparatorluğu, bir önceki paragrafta sözü geçen Vaan ve Penelo'nun
ailelerini bu işgal ile şehit vermesine sebep olmuştur. Ayrıca saldırı
sırasında Dalmasca kralı da öldürülür. Ölen Dalmasca kralının kızıysa
tahtın tek varisi Ashe'dir. Bu güzeller güzeli prenses, halkını özgür
bırakabilmek adına imparatorluğa direnir ancak gün geçtikçe işler
kötüye gitmektedir.
Tüm karakterlerinin kaderlerinin kesiştiği
yer, Vaan'ın ailesini kaybetmesine sebep olan imparatorlukta, yani
Archadia sarayında hırsızlık yapmasıyla ve burada Fran ve Balthier ile
karşılaşmasıyla başlar. Fakat üçü de yakalanıp hapse atılır. Buradan
kurtulmak için Ashe'nin hem babasının öldürülmesinden sorumlu tutulan,
hem de Nalbina savaşında eşine iyi bir korumalık yapamadığından onun
hayatını kaybetmesine sebep olan Basch'tan yardım almaları şart
olmuştur. Beraber kaçmayı başarırlar ve Penelo'yu da yanlarına alırlar
fakat tekrar yakalanırlar, işte bu sırada prenses Ashe ile
karşılaşırlar. Bununla beraber takım kurulmuş olur.
Pirincin Taşlarını Ayıklıyoruz...
Oyunun
iç yüzüne biraz daha büyüteç tutalım; büyüler, çağırılan yaratıklar,
iksirler Bunun yanında harika bir harita, yepyeni bir savaş sistemi,
'gambit' özelliği, hedefler... Bir saniye, harika bir harita mı? Bu
sıfatı kullanmamın sebebi, haritanın yaratıkları göstermesi! Artık bir
yere giderken aniden çıkan yaratıklardan kurtuldunuz. Eğer zor
durumdaysanız yapmanız gereken tek şey düşmanın hedef alanına girmeden
oradan sıvışmak. Şimdi gelelim hedef alanına, yani 'target' denilen
özellik. Düşmana yeterince yaklaştığınız zaman onun can seviyesini
görebiliyorsunuz ve hedefinize almış oluyorsunuz. 'Attack' komutunu
verdiğinizde, mavi bir çizgi düşmana doğru uzayacak. Eğer düşman size
hedef alırsa göreceğiniz şey size doğru uzayan kırmızı bir çizgi, büyü
yapma durumundaysa büyü yapmak istediğiniz kişiye doğru yeşil bir çizgi
göreceksiniz. Bu özellik size saldırma hedefini, büyü ve hedef olma
durumunu ayırt etme olanağını tanıyor.
Geldik saldırmaya
hazırlanma aşamasına; Attack komutunda olduğunuzu biliyorsunuz. Sağ
alt köşede küçük bir bar çıkıyor ve bu bar dolduktan sonra saldırmaya
geçebilirsiniz. Bu da yeni bir özellik, size 'biraz bekle, sonra
hurraa' diyor sanki :) Bu bar dolduğu sırada saldırı değiştirmek
istiyorsanız iki seçeneğiniz var. Birincisi barın dolduğu yerden devam
etmesiyle yapılan saldırı, ikincisi ise barın en baştan dolmasıyla
yapılan saldırı ve büyüler. Sanırım komut değiştirmeyecekseniz sizin
tercihiniz birinci seçenek olacaktır. Bunun için saldıracağınız düşmanı
'O' tuşuyla hedefe almalısınız. Yok, barın tekrar dolmasını istiyorum
diyorsanız, 'X' tuşunu kullanın. Eğer büyü yapmaksa hedefiniz, o zaman
göstergenin sıfırlanmasına engel olamıyorsunuz, yani tekrar dolmasını
bekliyorsunuz. Dikkatimize çarpan konuysa savaş sisteminin oldukça
yenilendiği. 12. oyunda savaş sistemi, yerini çok daha aksiyon olan bir
hadiseye bırakmış. Ancak bu aksiyona bir özelliğin daha eklenmesi
gerekiyor sanırım. Gambit! Karakterlere verdiğiniz çeşitli emirleri,
zamanı geldiğinde otomatik olarak yapmalarına yarayan sistem. Örneğin,
siz bir düşmana saldırıya geçeceğiniz zaman, Gambit özelliği 'On' olan
karakter, eğer saldırıya komutlandıysa, sizinle beraber direkt atağa
geçecektir.
Savaşırken bazen oyun kurtaracak kadar önemli olan
iki seçeneğimiz vardı, biri çağırılan yaratıklar, diğeri 'Escape' yani
'Savaştan Kaçma' özelliği yine iyilik meleği olarak yanımızda. İlk önce
çağırılan yaratıklara kısaca değinmek istiyorum. Bildiğiniz üzere 10.
oyuna kadar sizin bu yaratıkları yönetme yetkiniz yoktu. Ancak 10
numaralı bölümde, yaratıkları siz kontrol edebiliyordunuz. 12. oyunda
yine bu farklılıktan kopulup eski düzene, yani 'yaratığı özgür bırakma'
düşüncesine geri dönülmüş. Şah şalı çağırılma kesitinden sonra yaratık
sizin yerinize otomatik olarak savaşmaya başlıyor ve size onu izlemek
kalıyor. Bir önceki başlığa dönelim ve 'Escape' yani 'Savaştan Kaçma'
özelliğine gelelim. R2 tuşuna basılı tutun, kaçın. Yalnız sabırsız
olmayın. Eğer düşmanlardan tamamen uzaklaşmadan tuşu bırakırsanız,
onlara yem olabilirsiniz.
Ruhsatım Var Kardeşim!
Hatırlar mısınız, Final Fantasy
10'daki Sphere Grid özelliğini? Aslında tanıdığım birçok kişi daha
görünüşünden soğumuş ve sevmemiştir bu özelliği. Ancak ben zevkle
yerleştirirdim o bulduğum sphereleri. Yine buna benzer bir bölüm var
12. durağımızda, 'License'. Ancak Sphere Grid'e nazaran çok daha basit.
Burayı kullanmadan önce bazı kavramları bilmenizde fayda var. Örneğin
artık her yaratığı öldürdüğünüzde bir miktar License Point (Ruhsat
Puanı) kazanıyorsunuz. Bu kazandığınız ruhsat puanlarını birimler
olarak License Boarda (Ruhsat Tahtasına) yerleştiriyorsunuz. Sonra da
bunlar size aksesuar, büyü yetenekleri, silah, kalkan, Mist Knack
(Diğer bir deyişle Limit Break Overdrive Trance) olarak geri
dönüyor. Mist Knack ruhsatı aldığınız zaman, satın aldığınız karakterin
MP (Mana Point Büyü Puanı Gücü) barı bir kademe artıyor. Ayrıca
Ruhsat Tahtası üzerinden esper'ları da inceleyebiliyorsunuz. Hangi
karaktere esper ruhsatı aldıysanız, yalnızca o karakter yaratığı
çağırabiliyor. Yani kısacası, istediğinizi elde etmek için ruhsatını
alıp birimini tahtada aktif etmeniz gerekiyor. Ancak büyü yeteneği
kazanmak için sadece büyü birimlerini tahtaya yerleştirmek yeterli
olmuyor. Artık o büyüyü satın almanız da gerekli. (Gil kazanmak çok
kolay sanki bu devirde!)
Gil kazanmaya geldi sıra işte bu
dediğimden sonra. FF 12'yi ilk oynamaya başladığım sıralar, oldukça
sıkışık bir durumda olduğumu ve nasıl iksir alacağımı kara kara
düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak menüdeki terimlerden birisi bildiğiniz
üzere 'Sell' yani 'Satmak' komutuydu, gözüme çarptı, gözlerim parladı.
Fakat açıkçasını söylemek gerekirse şu ana kadar ne kadar Final Fantasy
oynadıysam oynayayım hiç eşyalarımı satmaya girişecek kadar kendimi
fakir hissetmemiştim. Ama bu sefer hissetmeseniz bile gelir kaynağınız
ticaretten gelecek size. Öldürdüğünüz yaratıklardan çeşitli eşyalar
kazanacaksınız ve bunları satarak gilleri cebe indireceksiniz. Bir
diğer zengin olma hayali ise 'Chain' yani 'Zincir zincirleme'
özelliğinden geçiyor. 'Nedir bu zincirleme?' derseniz, tanımım yine
öldürdüğünüz varlıklardan kazanacağınız eşyalara, yani satma komutuna
gidiyor (tüccar olmak ne güzel). Zincirleme özelliğinden, art arda
yaratık öldürerek yararlanırsınız. Aynı türden 2 yaratık öldürürseniz,
ekranın sağ alt köşesinde '2 Chain' yazdığını görürsünüz. Üçüncü bir
yaratıkta bu mantıken 3 oluyor ve siz öldürdükçe artıyor. Zincirinizi
kıran durum ise farklı tür bir yaratık öldürmeniz. Bu aşamadan sonra
tekrar 0'dan başlıyorsunuz.
Veda Mitingi
Final
Fantasy XII... Yepyeni bir dünya gördüğünüz gibi. Size bu dünyayı
yeterince açıklamaya çalıştım, umarım başarılı bir iş çıkarmışımdır.
Ancak benim son sözüm, PS2'de liderliği hala Final Fantasy X'un
koruduğu. Ama bu demek olmuyor ki FF12 kötü bir oyun, aklımın ucundan
bile geçmez zaten. Muhteşem grafikleriyle sizi büyülemesi şaşırtıcı
olmamalı. Oyunu oynarken gözünüze kötü görünen tek bir bölge bile yok,
bazı 'iç içe geçme' durumları dışında. İstisnalar kaideyi bozmuyor
tabii ki. Size eşlik eden mekana uygun müzikler de oldukça hoş. Belki
özel olarak dinlemediğinizde Uematsu'nun bestelerini biraz aratıyor
ama, mekanlarla oldukça iyi bütünleşmiş haldeler. İnanın, oynadıkça
keşfedeceğiniz daha çok şey var. Eğer harika ara sahneleri, çevreleri,
Topkapı Şapkası'nı, döneri, (Türk kültürünü yansıtan öğeler de
bulunuyor) profesyonel bir şekilde kurulmuş senaryo üzerine
oluşturulmuş bir oyunu kaçırmak istemiyorsanız, alın Final Fantasy
XII'yi. Pişman olmayacaksınız.
onlarca saat süren senas sonunda, Final Fantasy'nin başından yeni
kalkmış birisinden rahatlıkla duyabileceğiniz şeylerdir bunlar.
Chocobo, SeeD, experience, gil bu seri içinde adından sık sık söz
edilen şeyler olsa gerek. Alışverişe çıkarken çantanıza para atmak
yerine gil atmak, motosiklet yerine Chocobo kullanmak, güçlenmek için
materia tüketmek tüm FF'cilerin hayali sanırım. İlk çıktığında bizi o
'üstten görünüşlü' oyunlarıyla büyüleyen devrim zinciri Final Fantasy,
hala 2D hayranlarını kaybetmiş değil. Neden mi dersiniz... Bir oyunun
içinde özgünlük, bununla beraber üstün hayal gücünün meyveleri, harika
bir senaryo, mükemmel karakterler ve aşk olursa, eski kuşak
hayranlarının da tükenmemesi oldukça mantıklı bir açıklamaya sahip
oluyor.
Biraz Geriye Dönüş... Biraz da Temel Bilgiler...
Konuyu biraz açıp geriye döndüğümde, 1987 yılından bu yana, birçok konsolda karşımıza çıkan oyunlarıyla, bunun yanı sıra bizi büyüleyen filmleriyle Final Fantasy, bize ilkleri yaşatmayı çok seviyor. Bu bir gerçek. SquareSoft'u iflastan döndüren bu oyunun çıktığından beri firmayı nerelere getirdiğine bir bakıldığında dudak uçuklatıcı rakamlar görülebilir. Özellikle bu yıl Advent Children, Final Fantasy 13 'altılaması', yeniden düzenlemeler, firmanın gerek Tokyo Game Show'da, gerek E3'te yayımladığı videolar gerçekten kelimelerin kifayetsiz kalacağı derecede güzeldi. Gerçi Dirge Of Cerberus ile biraz duvara toslamış olsalar da, az sonra okuyacağınız şeyler size bu kazayı kesinlikle unutturacaktır. Eğer elinizde bir DS varsa, o zaman 3. oyunun yeniden yapımını ve temeli Final Fantasy 12 olan Revenant Wings'i beklemeye başlayın. Ancak bu zaman diliminde hiç sıkılmayacaksınız, çünkü PlayStation 2 platformunda bir şaheser sizinle beraber olacak; Final Fantasy 12.
Aslında 12. oyunun çıkış hikayesini anlatmak, yılan hikayesini anlatmaktan farklı olmaz sanırım. Yanlış anlamayın, tarihlerden bahsediyorum. 2003 yılında, ilk kez 'Final Fantasy XII' diye bir şey duymanın sevincini yaşamıştık. Ancak Square Enix, oyunun bir yıl sonra çıkacağını bildirince, 'Olsun, FF olsun yeter ki, bekleriz' diyerek beklemeye koyulduk. Gelenek o ki, her Final Fantasy bizi fazlasıyla bekletiyor ancak üzerine harcanan emeğe bakılırsa bu gayet normal bir zaman dilimi. Ancak 2005 yılında firma size oyunun çıkış tarihini 2006 olarak açıklıyorsa, hem sabır sınırınız biraz zorlanmış, hem de merak kat sayınız kaçınılmaz bir şekilde artmış oluyor. (ki onu bana sorun. Japonlar NTSC modelini bitirmişken, PAL versiyonunun demosunu oynamış ve tam hali için yedi ay beklemiş biriyim).
İşte sonunda oyun çıktı! İlk gözümüze çarpanlar, on ikinci durağımızda birçok yeniliğin görüldüğü gibi, tüm Final Fantasy'lerde çalışmış ancak ilk kez serinin bu oyununda eksikliği hissedilen kişilerin de var olması. Alıştığımız üzere karakter tasarımları Tetsuya Nomura tarafından değil, Akihiko Yoshida tarafından yapılmış. Bu durum kesinlikle hayal kırıklığı olmamalı, çünkü karakterlere ve üzerinde harcanan emeğe bakılacak olursa gerçekten iyi iş çıkartmış Yoshida (Dış görünüş açısından bir örnek; Ashe karakterinin posterine sahip olup da asmayan tek kişi tanımıyorum!). Diğer bir farklılık ise, bestecinin Nobuo Uematsu değil de Hitoshi Sakimoto olması. Oyunda Uematsu imzasını taşıyan eser ise tema müziği olan ve Angela Aki'nin seslendirdiği 'Kiss Me Good Bye'.
Prenses, Hırsız ve Sömürge
Şimdi biraz öyküye ve
karakterlere değinelim. Dünyamızın adı Final Fantasy Tactics'ten
hatırlayacağımız 'Ivalice' ve Archadia İmparatorluğu'nun sömürgesi olan
Dalmasca Krallığı ise tüm olayların başladığı yer. Burada yaşayan
Penelo ve hayallerini hava korsanlığı süsleyen hırsız genç Vaan,
tarafsızlıklarını her zaman için koruyan eşler Fran ve Balthier, hain
damgası taşıyan Basch ve ona nefret duyan Ashe oyundaki önemli
karakterler.
Öyküye
gelirsek, bir süre önce sömürgesine saldırı düzenleyen Archadia
İmparatorluğu, bir önceki paragrafta sözü geçen Vaan ve Penelo'nun
ailelerini bu işgal ile şehit vermesine sebep olmuştur. Ayrıca saldırı
sırasında Dalmasca kralı da öldürülür. Ölen Dalmasca kralının kızıysa
tahtın tek varisi Ashe'dir. Bu güzeller güzeli prenses, halkını özgür
bırakabilmek adına imparatorluğa direnir ancak gün geçtikçe işler
kötüye gitmektedir.
Tüm karakterlerinin kaderlerinin kesiştiği
yer, Vaan'ın ailesini kaybetmesine sebep olan imparatorlukta, yani
Archadia sarayında hırsızlık yapmasıyla ve burada Fran ve Balthier ile
karşılaşmasıyla başlar. Fakat üçü de yakalanıp hapse atılır. Buradan
kurtulmak için Ashe'nin hem babasının öldürülmesinden sorumlu tutulan,
hem de Nalbina savaşında eşine iyi bir korumalık yapamadığından onun
hayatını kaybetmesine sebep olan Basch'tan yardım almaları şart
olmuştur. Beraber kaçmayı başarırlar ve Penelo'yu da yanlarına alırlar
fakat tekrar yakalanırlar, işte bu sırada prenses Ashe ile
karşılaşırlar. Bununla beraber takım kurulmuş olur.
Pirincin Taşlarını Ayıklıyoruz...
Oyunun
iç yüzüne biraz daha büyüteç tutalım; büyüler, çağırılan yaratıklar,
iksirler Bunun yanında harika bir harita, yepyeni bir savaş sistemi,
'gambit' özelliği, hedefler... Bir saniye, harika bir harita mı? Bu
sıfatı kullanmamın sebebi, haritanın yaratıkları göstermesi! Artık bir
yere giderken aniden çıkan yaratıklardan kurtuldunuz. Eğer zor
durumdaysanız yapmanız gereken tek şey düşmanın hedef alanına girmeden
oradan sıvışmak. Şimdi gelelim hedef alanına, yani 'target' denilen
özellik. Düşmana yeterince yaklaştığınız zaman onun can seviyesini
görebiliyorsunuz ve hedefinize almış oluyorsunuz. 'Attack' komutunu
verdiğinizde, mavi bir çizgi düşmana doğru uzayacak. Eğer düşman size
hedef alırsa göreceğiniz şey size doğru uzayan kırmızı bir çizgi, büyü
yapma durumundaysa büyü yapmak istediğiniz kişiye doğru yeşil bir çizgi
göreceksiniz. Bu özellik size saldırma hedefini, büyü ve hedef olma
durumunu ayırt etme olanağını tanıyor.
Geldik saldırmaya
hazırlanma aşamasına; Attack komutunda olduğunuzu biliyorsunuz. Sağ
alt köşede küçük bir bar çıkıyor ve bu bar dolduktan sonra saldırmaya
geçebilirsiniz. Bu da yeni bir özellik, size 'biraz bekle, sonra
hurraa' diyor sanki :) Bu bar dolduğu sırada saldırı değiştirmek
istiyorsanız iki seçeneğiniz var. Birincisi barın dolduğu yerden devam
etmesiyle yapılan saldırı, ikincisi ise barın en baştan dolmasıyla
yapılan saldırı ve büyüler. Sanırım komut değiştirmeyecekseniz sizin
tercihiniz birinci seçenek olacaktır. Bunun için saldıracağınız düşmanı
'O' tuşuyla hedefe almalısınız. Yok, barın tekrar dolmasını istiyorum
diyorsanız, 'X' tuşunu kullanın. Eğer büyü yapmaksa hedefiniz, o zaman
göstergenin sıfırlanmasına engel olamıyorsunuz, yani tekrar dolmasını
bekliyorsunuz. Dikkatimize çarpan konuysa savaş sisteminin oldukça
yenilendiği. 12. oyunda savaş sistemi, yerini çok daha aksiyon olan bir
hadiseye bırakmış. Ancak bu aksiyona bir özelliğin daha eklenmesi
gerekiyor sanırım. Gambit! Karakterlere verdiğiniz çeşitli emirleri,
zamanı geldiğinde otomatik olarak yapmalarına yarayan sistem. Örneğin,
siz bir düşmana saldırıya geçeceğiniz zaman, Gambit özelliği 'On' olan
karakter, eğer saldırıya komutlandıysa, sizinle beraber direkt atağa
geçecektir.
Savaşırken bazen oyun kurtaracak kadar önemli olan
iki seçeneğimiz vardı, biri çağırılan yaratıklar, diğeri 'Escape' yani
'Savaştan Kaçma' özelliği yine iyilik meleği olarak yanımızda. İlk önce
çağırılan yaratıklara kısaca değinmek istiyorum. Bildiğiniz üzere 10.
oyuna kadar sizin bu yaratıkları yönetme yetkiniz yoktu. Ancak 10
numaralı bölümde, yaratıkları siz kontrol edebiliyordunuz. 12. oyunda
yine bu farklılıktan kopulup eski düzene, yani 'yaratığı özgür bırakma'
düşüncesine geri dönülmüş. Şah şalı çağırılma kesitinden sonra yaratık
sizin yerinize otomatik olarak savaşmaya başlıyor ve size onu izlemek
kalıyor. Bir önceki başlığa dönelim ve 'Escape' yani 'Savaştan Kaçma'
özelliğine gelelim. R2 tuşuna basılı tutun, kaçın. Yalnız sabırsız
olmayın. Eğer düşmanlardan tamamen uzaklaşmadan tuşu bırakırsanız,
onlara yem olabilirsiniz.
Ruhsatım Var Kardeşim!
Hatırlar mısınız, Final Fantasy
10'daki Sphere Grid özelliğini? Aslında tanıdığım birçok kişi daha
görünüşünden soğumuş ve sevmemiştir bu özelliği. Ancak ben zevkle
yerleştirirdim o bulduğum sphereleri. Yine buna benzer bir bölüm var
12. durağımızda, 'License'. Ancak Sphere Grid'e nazaran çok daha basit.
Burayı kullanmadan önce bazı kavramları bilmenizde fayda var. Örneğin
artık her yaratığı öldürdüğünüzde bir miktar License Point (Ruhsat
Puanı) kazanıyorsunuz. Bu kazandığınız ruhsat puanlarını birimler
olarak License Boarda (Ruhsat Tahtasına) yerleştiriyorsunuz. Sonra da
bunlar size aksesuar, büyü yetenekleri, silah, kalkan, Mist Knack
(Diğer bir deyişle Limit Break Overdrive Trance) olarak geri
dönüyor. Mist Knack ruhsatı aldığınız zaman, satın aldığınız karakterin
MP (Mana Point Büyü Puanı Gücü) barı bir kademe artıyor. Ayrıca
Ruhsat Tahtası üzerinden esper'ları da inceleyebiliyorsunuz. Hangi
karaktere esper ruhsatı aldıysanız, yalnızca o karakter yaratığı
çağırabiliyor. Yani kısacası, istediğinizi elde etmek için ruhsatını
alıp birimini tahtada aktif etmeniz gerekiyor. Ancak büyü yeteneği
kazanmak için sadece büyü birimlerini tahtaya yerleştirmek yeterli
olmuyor. Artık o büyüyü satın almanız da gerekli. (Gil kazanmak çok
kolay sanki bu devirde!)
Gil kazanmaya geldi sıra işte bu
dediğimden sonra. FF 12'yi ilk oynamaya başladığım sıralar, oldukça
sıkışık bir durumda olduğumu ve nasıl iksir alacağımı kara kara
düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak menüdeki terimlerden birisi bildiğiniz
üzere 'Sell' yani 'Satmak' komutuydu, gözüme çarptı, gözlerim parladı.
Fakat açıkçasını söylemek gerekirse şu ana kadar ne kadar Final Fantasy
oynadıysam oynayayım hiç eşyalarımı satmaya girişecek kadar kendimi
fakir hissetmemiştim. Ama bu sefer hissetmeseniz bile gelir kaynağınız
ticaretten gelecek size. Öldürdüğünüz yaratıklardan çeşitli eşyalar
kazanacaksınız ve bunları satarak gilleri cebe indireceksiniz. Bir
diğer zengin olma hayali ise 'Chain' yani 'Zincir zincirleme'
özelliğinden geçiyor. 'Nedir bu zincirleme?' derseniz, tanımım yine
öldürdüğünüz varlıklardan kazanacağınız eşyalara, yani satma komutuna
gidiyor (tüccar olmak ne güzel). Zincirleme özelliğinden, art arda
yaratık öldürerek yararlanırsınız. Aynı türden 2 yaratık öldürürseniz,
ekranın sağ alt köşesinde '2 Chain' yazdığını görürsünüz. Üçüncü bir
yaratıkta bu mantıken 3 oluyor ve siz öldürdükçe artıyor. Zincirinizi
kıran durum ise farklı tür bir yaratık öldürmeniz. Bu aşamadan sonra
tekrar 0'dan başlıyorsunuz.
Veda Mitingi
Final
Fantasy XII... Yepyeni bir dünya gördüğünüz gibi. Size bu dünyayı
yeterince açıklamaya çalıştım, umarım başarılı bir iş çıkarmışımdır.
Ancak benim son sözüm, PS2'de liderliği hala Final Fantasy X'un
koruduğu. Ama bu demek olmuyor ki FF12 kötü bir oyun, aklımın ucundan
bile geçmez zaten. Muhteşem grafikleriyle sizi büyülemesi şaşırtıcı
olmamalı. Oyunu oynarken gözünüze kötü görünen tek bir bölge bile yok,
bazı 'iç içe geçme' durumları dışında. İstisnalar kaideyi bozmuyor
tabii ki. Size eşlik eden mekana uygun müzikler de oldukça hoş. Belki
özel olarak dinlemediğinizde Uematsu'nun bestelerini biraz aratıyor
ama, mekanlarla oldukça iyi bütünleşmiş haldeler. İnanın, oynadıkça
keşfedeceğiniz daha çok şey var. Eğer harika ara sahneleri, çevreleri,
Topkapı Şapkası'nı, döneri, (Türk kültürünü yansıtan öğeler de
bulunuyor) profesyonel bir şekilde kurulmuş senaryo üzerine
oluşturulmuş bir oyunu kaçırmak istemiyorsanız, alın Final Fantasy
XII'yi. Pişman olmayacaksınız.