Ajanlık ve Sam Fisher... Birbirinden ayrılmaz iki şey. İlk Splinter Cell'i oynadığımız zaman bunların birbirini nasıl tamamladığını görmüştük. Kesinlikle çoğumuzun ağzı açık kalmıştır. Bu gerçekçilik ve oyun zevki derken, oyunu bitirince ikincisi gelecek mi diye sormaya başlamıştık. Ve beklenen an geldi. Splinter Cell: Pandora Tomorrow ile bir kez daha bizi büyüleyecek.
Öncelikle, Pandora Tomorrow hemen hemen herşeyi ile ilk oyunun aynısı. Yıldızlı bir gecede, düşman dolu bir odadan sessizce çıkıp, bir şeylerin yanlışlığından şüphelenen bir kahramansınız. Göz alan grafikler, bölüm kaplamaları, ekipmanlar ve yeni oyun şekilleri... Bunlar Splinter Cell'in en büyük, ele geçirilemez başarı faktörleridir. Splinter Cell: Pandora Tomorrow'la beraber, gölgelerin hakimi olan kahramanımız Sam Fisher yeni bir macerayla tekrar aramıza dönüyor.
Pandora Tomorrow'un kısa olan tek oyunculu bölümleri çoğunlukla şimdiki zamanın oyun sektöründen ve Splinter Cell'in başarı faktöründen biraz eksik kalmış gibi görünüyor. Ne kadar Splinter Cell tartışılamayacak bir oyun olsa bile tek oyunculu modu, multiplayer moduna göre biraz ikinci perdede karşımıza çıkıyor. Ama oyun hakkındaki hislerimiz bir kat daha çoğaldı. Bazı küçük değişikliklerden başka, Pandora Tomorrow'un oyun anlayışının ilk Splinter Cell'den pek bir farkı yok. Gözle görülür büyük değişimlere rastlamadım. Ama halen, bölümler eğlenceli ve özellikle ilk Splinter Cell'in büyüsünü taşıyor. İlgi çeken diğer bir durum da multiplayer özelliğinin eklenmiş olması. Bu birçok kullanıcı için muhteşem bir haberdi. Ama buna rağmen Ubisoft gereken özeni göstermemiş olsa gerek. Multiplayer modunda gerçekten ciddi hatalar var. Oynadığınız zaman bunlar bazen çok eğlenceli hale gelebiliyor.
Bölümlerde heyecanlı hikayeler, egzotik mekanlar, gizli kalmış sırlar ve teknolojiye karşı barış savaşları bulunmakta. 2006 yılına göre uyarlanan oyuna, ilk olarak Doğu Timor'da başlıyorsunuz. Ardından Fransa, İsrail, Endonezya ve son olarak Amerika Birleşik Devletleri. Oyun boyunca, aileden birçok kişiyle işbirliği yapacaksınız. Kahramanımız Sam Fisher'ın patronu, Lambert ve diğer karakterleri oyun içinde bize bilgi verirken görmemiz mümkün. Bunların yanında kötü amcalar da var tabii. Mesela acımasız Endonezya gerilla lideri, Amerika Birleşik Devletleri karşıtı olan Suhadi Sadono bunlardan biri.
Hikaye gerçekten çok güzel, kimse az da olsa duygusallık beklemesin. Bir an gelir, Lambert, siz şaşırtıcı birşey yaptığınızda sizin için kötü şeyler düzenler... Hiçbir şey söylemez. Sesini keser ve kendinizi bir an yalnız hissedersiniz. Sizden verilen görevi yapmanızı ister, düşünmenin bizim görevimiz olmadığını belirtir. Oyunun senaryosu harika tasarlanmış. East Timor'un bağımsızlığını ilan etmesiyle, gerillalar tarafından saldırıya uğrarlar. Tabii ki ağır ağabeyimiz Amerika'da duruma el koyarak Sam Fisher'ı görevlendirir. Kader ağlarını örer ve ND133 adı verilen virüs Amerika için büyük bir tehlike oluşturur. Bu durum Sam Fisher için ilk bölümlerde kolay gibi gözükse de ilerleyen zamanlarda içinden çıkılması zor bir hal alır. Aslında tüm bu olumsuz gelişmeler Soth ismindeki kırmızı bültenle aranan bir teröristin başının altından çıkıyor. Buna göre de cezasını
Öncelikle, Pandora Tomorrow hemen hemen herşeyi ile ilk oyunun aynısı. Yıldızlı bir gecede, düşman dolu bir odadan sessizce çıkıp, bir şeylerin yanlışlığından şüphelenen bir kahramansınız. Göz alan grafikler, bölüm kaplamaları, ekipmanlar ve yeni oyun şekilleri... Bunlar Splinter Cell'in en büyük, ele geçirilemez başarı faktörleridir. Splinter Cell: Pandora Tomorrow'la beraber, gölgelerin hakimi olan kahramanımız Sam Fisher yeni bir macerayla tekrar aramıza dönüyor.
Pandora Tomorrow'un kısa olan tek oyunculu bölümleri çoğunlukla şimdiki zamanın oyun sektöründen ve Splinter Cell'in başarı faktöründen biraz eksik kalmış gibi görünüyor. Ne kadar Splinter Cell tartışılamayacak bir oyun olsa bile tek oyunculu modu, multiplayer moduna göre biraz ikinci perdede karşımıza çıkıyor. Ama oyun hakkındaki hislerimiz bir kat daha çoğaldı. Bazı küçük değişikliklerden başka, Pandora Tomorrow'un oyun anlayışının ilk Splinter Cell'den pek bir farkı yok. Gözle görülür büyük değişimlere rastlamadım. Ama halen, bölümler eğlenceli ve özellikle ilk Splinter Cell'in büyüsünü taşıyor. İlgi çeken diğer bir durum da multiplayer özelliğinin eklenmiş olması. Bu birçok kullanıcı için muhteşem bir haberdi. Ama buna rağmen Ubisoft gereken özeni göstermemiş olsa gerek. Multiplayer modunda gerçekten ciddi hatalar var. Oynadığınız zaman bunlar bazen çok eğlenceli hale gelebiliyor.
Bölümlerde heyecanlı hikayeler, egzotik mekanlar, gizli kalmış sırlar ve teknolojiye karşı barış savaşları bulunmakta. 2006 yılına göre uyarlanan oyuna, ilk olarak Doğu Timor'da başlıyorsunuz. Ardından Fransa, İsrail, Endonezya ve son olarak Amerika Birleşik Devletleri. Oyun boyunca, aileden birçok kişiyle işbirliği yapacaksınız. Kahramanımız Sam Fisher'ın patronu, Lambert ve diğer karakterleri oyun içinde bize bilgi verirken görmemiz mümkün. Bunların yanında kötü amcalar da var tabii. Mesela acımasız Endonezya gerilla lideri, Amerika Birleşik Devletleri karşıtı olan Suhadi Sadono bunlardan biri.
Hikaye gerçekten çok güzel, kimse az da olsa duygusallık beklemesin. Bir an gelir, Lambert, siz şaşırtıcı birşey yaptığınızda sizin için kötü şeyler düzenler... Hiçbir şey söylemez. Sesini keser ve kendinizi bir an yalnız hissedersiniz. Sizden verilen görevi yapmanızı ister, düşünmenin bizim görevimiz olmadığını belirtir. Oyunun senaryosu harika tasarlanmış. East Timor'un bağımsızlığını ilan etmesiyle, gerillalar tarafından saldırıya uğrarlar. Tabii ki ağır ağabeyimiz Amerika'da duruma el koyarak Sam Fisher'ı görevlendirir. Kader ağlarını örer ve ND133 adı verilen virüs Amerika için büyük bir tehlike oluşturur. Bu durum Sam Fisher için ilk bölümlerde kolay gibi gözükse de ilerleyen zamanlarda içinden çıkılması zor bir hal alır. Aslında tüm bu olumsuz gelişmeler Soth ismindeki kırmızı bültenle aranan bir teröristin başının altından çıkıyor. Buna göre de cezasını