intendo
DS için geniş bir oyun çeşidi olduğunu söylersek sanırım yanılmayız.
Her türden yapımın, her türden insan için yer bulabildiği bu ufak
konsolun belki de zaman içindeki tek eksiği gerçek anlamda oyuncuya
korkuyu hissettirecek ve DSin olanaklarını sonuna kadar kullanacak bir
oyundu. Uzun süredir yapımına devam edilen Dementium: The Wardın
yayımlanan video ve ekran görüntüleri ise bu açığı kapatacak kapasiteye
sahip olduğunu gösterir gibiydi. Ama ne yazık ki paçaları çok erken
sıvadığımızı ancak oyunu edindiğimizde anladık. Neden mi?
Neden yaptın bunu?
Dementium,
kendi dalındaki birçok korku oyunundaki gibi ve ne yazık ki hastanede
başlıyor. Aslında yapımcıları da suçlamamak lazım. En çok kan ve ölü
bulunabilecek bir ortam sonuçta hastanelerKarakterimiz ne zaman ve
nereden geldiğini hatırlamayan, uyandığında kendini yalnız başına bir
odada bırakılmış olarak bulur. Her taraf kan ve rutubet (Ehh, yapmış
adamlar) içindedir. Hastanenin hemen terkedilmesi anonsları içinde
hafızamızı tazeleyecek birkaç ip ucu ararken bırakılan ufak not ile
başlar maceramız, Neden yaptın bunu?. Tecrübeli oyuncular bu notun ne
anlama geldiğini çabucak anlayacaklardır eminim. Koridorlarda dolaşmaya
başladığınızda etrafın fazlasıyla sessiz ve sizi nedensiz yere
öldürmeye çalışan yaratıklarla dolu olduğunu anlarsınız. Bundan sonra
tek yapmanız gereken ise bu sözde hastaneden bir an önce ve canlı
olarak çıkmaktır. Fakat bu hiçte kolay değil.
Oyunumuz bir
FPS/korku/macera oyunu. Silent Hillda olduğu gibi, birbirinden farklı
bulmacaları çözerek, doğru yolu bulmaya çalışıyoruz.. Ama onun kadar açık olduğunu söylemek zor. Dementium oyuncuyu genelde kapalı
mekanlara alıştırmaya çalışan bir yapım. Kilitli kapılar, mesajlarla
dolu duvarlar, kırık, dökük tuvaletler ve odalar, sonu gözükmeyen
koridorlar. Korku teması ise bilinmeyene ve karanlığa saklanmış
şekilde. Oyuncuya verilen yalnızlı hissi fazlasıyla etkileyici. Bu
yüzden, ne zaman ne ile karşılaşabileceğinizi pek kestiremiyorsunuz.
Çoğunlukla tek yoldan ilerlemek zorunda kalsanız da, önünüze gelen
kapıyı açıp açmamak konusunda tereddüt edeceğinizi garanti edebilirim.
Etrafa yerleştirilmiş bulmacalar ise önceden gördüklerimize benzer
nitelikte. Ufak notlarda yazılan sırlar, gizli yerlere saklanmış
anahtarlar hiç de yabancı gelmiyor değil mi?
Oynanış
olarak ise yeterince kullanıcı dostu bir düzeyde. Yön tuşları ile
hareket ederken, kalemimizle alt ekranda mouse görevini devralıyoruz.
Sol omuz tuşu ile de saldırı fonksiyonu sorunsuz çalışıyor. Yalnız bu
türe alışkın olmayanlar için birkaç dakika zorlu geçecektir. Özellikle
bir yere yaslamadan oynadığınız zamanlarda hafif el ağrıları çekmeniz
olası. Ekran dağılımı ise birçok FPS yapımındaki gibi. Üst ekranda
karakterimizi takip ederken, alt ekranda hem onu yönlendiriyor, hem de
not defteri, harita ve eşya çantamıza giriş yapabiliyoruz. Not
defterini Hotel Duskta da örneğini gördüğümüz gibi kendi el yazımızla
doldurmamız mümkün. Harita ise girdiğimiz ya da kilitli kapıları
hafızasında tuttuğu için böyle bir tür için gayet yeterli.
Eşya ve silah konusunda ise bazı eksikleri olsa da yerinde kararlar
alınmış. Tanıdık birçok isim karşılıyor bizi Dementiumda; El feneri,
pistol, pompalı, makinalı, demir testere gibi. Hepsinin kendi
tepkimeleri var ve verdikleri hasar da tahmin edebileceğiniz gibi
farklı boyutlarda. Yalnız oyuncuyu bir hayli zora sokan bir konu söz
konusu. Öncelikle çantanızda kesinlikle mermi ya da can paketi
taşıyamıyorsunuz. Merminiz bittiğinde ya da yaralandığınızda, etrafta
rastladıklarınızla idare etmek zorundasınız. İlk başlarda göze pek
batmayan bu durum, yaratıkların zorlaşması ile birlikte can sıkıntısı
vermeye başlıyor. O yüzden size tavsiyem, çok mecbur kalmadıkça
dövüşmemeniz. Eğer savaşacaksanız da doğru silah seçimi yapmaya özen
gösterin. Yoksa büyük mermi ve can açlığı çekmeniz olası.
Toplam
16 bölümden oluşan Dementiumda birbirinden zorlu ve sıkıcı birçok
düşmanla karşılaşacaksınız. Zorlu, çünkü merminizi harcamak
istemiyorsunuz. Sıkıcı, çünkü pek fazla çeşitli değiller. Bir süre
sonra seslerinden yine mi sendemeye başlıyorsunuz. Bir yere kadar
sabır ve kararlılıkla ilerlerken belki önceki odada almadığım birşey
vardır deyip geri döndüğünüzde ise oyunun en olmamış yanı ile
karşılaşıyorsunuz; Yaratıklar tekrar doğuyorlar. Sadece eşya için
değil, kilitli bir kapıyı açmak için geri dönmek bile zaman geçtikçe
işkence haline dönüşüyor. Genelde 2D oyunlarda tercih edilen bu yöntem
hangi akıl ile bu tür bir yapıma eklenmiş açıkçası anlamakta
zorlanıyorum. Neyse diyerek görmezden gelmek istediğinizde, bu sefer
başka bir handikap ile karşılaşıyorsunuz. Oyunun kaydetme sistemi
tamamen kullanıcıyı soğutmak üzere kurulmuş. Şöyleki, her kapıdan
girdiğinizde otomatik olarak bir save yapılıyor. Bu save, DSi kapatıp
açtığınızda ya da Save&Quit dediğinizde işe yarıyor. Ancak oyun
sırasında ölürseniz tüm bölümü baştan oynamanız gerekiyor. Bazı
bölümlerin neredeyse 1 saati bulduğunu da eklersek, bu durum cidden
içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Gönlümü almayı iyi biliyorsun
Dementiumu
oynattıran belki de en önemli artıları grafik ve sesleri. Oyun
süresince gördükleriniz DSin neler yapabileceğinin açıkça bir
göstergesi niteliğinde. Mekan çeşitliliği konusunda çok zengin olduğu
söylenemez. Ama geçtiği ortamların bu ufak ekranlara yansıtılmaları
hayli başarılı. Özellikle karanlık bir odada, ışıktan yoksun bir
şekilde oynarsanız, görsel olarak neler barındırdığını daha net
görebilirsiniz. Ara videolara gösterilen özen ise takdir edilesi
düzeyde. Bu etkileyici görselliği destekleyen diğer bir ayrıntı ise
sesleri ve müzikleri. Piyano tonları ile hazırlanmış ürkütücü
müzikleri, atmosferi tamamlayan en önemli etmenlerden biri. Hiçbir
ayrıntıdan kaçınmayan yapımcılar, bu açıdan bekleneni sonuna kadar
veriyor. Yalnız size tavsiyem kesinlikle kulaklıkla oyanamanız. Bu
sayede Dementiumdan aldığınız zevk iki katına çıkacaktır.
Eğer
yapılan yanlış tercihler olmasaydı (Yeniden doğan düşmanlar, mermi ve
can paketi taşıyamama, düşman çeşitsizliği), potansiyel olarak hayli
yüksek bir yapımla karşılaşmış olacaktık. Dementium: The Ward, genel
olarak sabırlı olmayı seven ve kolay kolay sinirlenmeyen oyuncular için
yapılmış. Güzel grafikli, etkileyici atmosferi ile türe yatkın olanları
yolculukları sırasında sıkılmamalarını, belki de biraz olsun
korkmalarını sağlayacak bir oyun, daha fazlası değil. Herkes kendine
iyi baksın.
Puanlama sistemimizdeki ayrımlardan dolayı,
yapımın eksilerini genel kategorisine ekledim. Bazı okuyucularımızın Neden grafik ve ses yüksek iken, genel düşük yorumunda bulunmaması
için ufak bir hatırlatma.
DS için geniş bir oyun çeşidi olduğunu söylersek sanırım yanılmayız.
Her türden yapımın, her türden insan için yer bulabildiği bu ufak
konsolun belki de zaman içindeki tek eksiği gerçek anlamda oyuncuya
korkuyu hissettirecek ve DSin olanaklarını sonuna kadar kullanacak bir
oyundu. Uzun süredir yapımına devam edilen Dementium: The Wardın
yayımlanan video ve ekran görüntüleri ise bu açığı kapatacak kapasiteye
sahip olduğunu gösterir gibiydi. Ama ne yazık ki paçaları çok erken
sıvadığımızı ancak oyunu edindiğimizde anladık. Neden mi?
Neden yaptın bunu?
Dementium,
kendi dalındaki birçok korku oyunundaki gibi ve ne yazık ki hastanede
başlıyor. Aslında yapımcıları da suçlamamak lazım. En çok kan ve ölü
bulunabilecek bir ortam sonuçta hastanelerKarakterimiz ne zaman ve
nereden geldiğini hatırlamayan, uyandığında kendini yalnız başına bir
odada bırakılmış olarak bulur. Her taraf kan ve rutubet (Ehh, yapmış
adamlar) içindedir. Hastanenin hemen terkedilmesi anonsları içinde
hafızamızı tazeleyecek birkaç ip ucu ararken bırakılan ufak not ile
başlar maceramız, Neden yaptın bunu?. Tecrübeli oyuncular bu notun ne
anlama geldiğini çabucak anlayacaklardır eminim. Koridorlarda dolaşmaya
başladığınızda etrafın fazlasıyla sessiz ve sizi nedensiz yere
öldürmeye çalışan yaratıklarla dolu olduğunu anlarsınız. Bundan sonra
tek yapmanız gereken ise bu sözde hastaneden bir an önce ve canlı
olarak çıkmaktır. Fakat bu hiçte kolay değil.
Oyunumuz bir
FPS/korku/macera oyunu. Silent Hillda olduğu gibi, birbirinden farklı
bulmacaları çözerek, doğru yolu bulmaya çalışıyoruz.. Ama onun kadar açık olduğunu söylemek zor. Dementium oyuncuyu genelde kapalı
mekanlara alıştırmaya çalışan bir yapım. Kilitli kapılar, mesajlarla
dolu duvarlar, kırık, dökük tuvaletler ve odalar, sonu gözükmeyen
koridorlar. Korku teması ise bilinmeyene ve karanlığa saklanmış
şekilde. Oyuncuya verilen yalnızlı hissi fazlasıyla etkileyici. Bu
yüzden, ne zaman ne ile karşılaşabileceğinizi pek kestiremiyorsunuz.
Çoğunlukla tek yoldan ilerlemek zorunda kalsanız da, önünüze gelen
kapıyı açıp açmamak konusunda tereddüt edeceğinizi garanti edebilirim.
Etrafa yerleştirilmiş bulmacalar ise önceden gördüklerimize benzer
nitelikte. Ufak notlarda yazılan sırlar, gizli yerlere saklanmış
anahtarlar hiç de yabancı gelmiyor değil mi?
Oynanış
olarak ise yeterince kullanıcı dostu bir düzeyde. Yön tuşları ile
hareket ederken, kalemimizle alt ekranda mouse görevini devralıyoruz.
Sol omuz tuşu ile de saldırı fonksiyonu sorunsuz çalışıyor. Yalnız bu
türe alışkın olmayanlar için birkaç dakika zorlu geçecektir. Özellikle
bir yere yaslamadan oynadığınız zamanlarda hafif el ağrıları çekmeniz
olası. Ekran dağılımı ise birçok FPS yapımındaki gibi. Üst ekranda
karakterimizi takip ederken, alt ekranda hem onu yönlendiriyor, hem de
not defteri, harita ve eşya çantamıza giriş yapabiliyoruz. Not
defterini Hotel Duskta da örneğini gördüğümüz gibi kendi el yazımızla
doldurmamız mümkün. Harita ise girdiğimiz ya da kilitli kapıları
hafızasında tuttuğu için böyle bir tür için gayet yeterli.
Eşya ve silah konusunda ise bazı eksikleri olsa da yerinde kararlar
alınmış. Tanıdık birçok isim karşılıyor bizi Dementiumda; El feneri,
pistol, pompalı, makinalı, demir testere gibi. Hepsinin kendi
tepkimeleri var ve verdikleri hasar da tahmin edebileceğiniz gibi
farklı boyutlarda. Yalnız oyuncuyu bir hayli zora sokan bir konu söz
konusu. Öncelikle çantanızda kesinlikle mermi ya da can paketi
taşıyamıyorsunuz. Merminiz bittiğinde ya da yaralandığınızda, etrafta
rastladıklarınızla idare etmek zorundasınız. İlk başlarda göze pek
batmayan bu durum, yaratıkların zorlaşması ile birlikte can sıkıntısı
vermeye başlıyor. O yüzden size tavsiyem, çok mecbur kalmadıkça
dövüşmemeniz. Eğer savaşacaksanız da doğru silah seçimi yapmaya özen
gösterin. Yoksa büyük mermi ve can açlığı çekmeniz olası.
Toplam
16 bölümden oluşan Dementiumda birbirinden zorlu ve sıkıcı birçok
düşmanla karşılaşacaksınız. Zorlu, çünkü merminizi harcamak
istemiyorsunuz. Sıkıcı, çünkü pek fazla çeşitli değiller. Bir süre
sonra seslerinden yine mi sendemeye başlıyorsunuz. Bir yere kadar
sabır ve kararlılıkla ilerlerken belki önceki odada almadığım birşey
vardır deyip geri döndüğünüzde ise oyunun en olmamış yanı ile
karşılaşıyorsunuz; Yaratıklar tekrar doğuyorlar. Sadece eşya için
değil, kilitli bir kapıyı açmak için geri dönmek bile zaman geçtikçe
işkence haline dönüşüyor. Genelde 2D oyunlarda tercih edilen bu yöntem
hangi akıl ile bu tür bir yapıma eklenmiş açıkçası anlamakta
zorlanıyorum. Neyse diyerek görmezden gelmek istediğinizde, bu sefer
başka bir handikap ile karşılaşıyorsunuz. Oyunun kaydetme sistemi
tamamen kullanıcıyı soğutmak üzere kurulmuş. Şöyleki, her kapıdan
girdiğinizde otomatik olarak bir save yapılıyor. Bu save, DSi kapatıp
açtığınızda ya da Save&Quit dediğinizde işe yarıyor. Ancak oyun
sırasında ölürseniz tüm bölümü baştan oynamanız gerekiyor. Bazı
bölümlerin neredeyse 1 saati bulduğunu da eklersek, bu durum cidden
içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Gönlümü almayı iyi biliyorsun
Dementiumu
oynattıran belki de en önemli artıları grafik ve sesleri. Oyun
süresince gördükleriniz DSin neler yapabileceğinin açıkça bir
göstergesi niteliğinde. Mekan çeşitliliği konusunda çok zengin olduğu
söylenemez. Ama geçtiği ortamların bu ufak ekranlara yansıtılmaları
hayli başarılı. Özellikle karanlık bir odada, ışıktan yoksun bir
şekilde oynarsanız, görsel olarak neler barındırdığını daha net
görebilirsiniz. Ara videolara gösterilen özen ise takdir edilesi
düzeyde. Bu etkileyici görselliği destekleyen diğer bir ayrıntı ise
sesleri ve müzikleri. Piyano tonları ile hazırlanmış ürkütücü
müzikleri, atmosferi tamamlayan en önemli etmenlerden biri. Hiçbir
ayrıntıdan kaçınmayan yapımcılar, bu açıdan bekleneni sonuna kadar
veriyor. Yalnız size tavsiyem kesinlikle kulaklıkla oyanamanız. Bu
sayede Dementiumdan aldığınız zevk iki katına çıkacaktır.
Eğer
yapılan yanlış tercihler olmasaydı (Yeniden doğan düşmanlar, mermi ve
can paketi taşıyamama, düşman çeşitsizliği), potansiyel olarak hayli
yüksek bir yapımla karşılaşmış olacaktık. Dementium: The Ward, genel
olarak sabırlı olmayı seven ve kolay kolay sinirlenmeyen oyuncular için
yapılmış. Güzel grafikli, etkileyici atmosferi ile türe yatkın olanları
yolculukları sırasında sıkılmamalarını, belki de biraz olsun
korkmalarını sağlayacak bir oyun, daha fazlası değil. Herkes kendine
iyi baksın.
Puanlama sistemimizdeki ayrımlardan dolayı,
yapımın eksilerini genel kategorisine ekledim. Bazı okuyucularımızın Neden grafik ve ses yüksek iken, genel düşük yorumunda bulunmaması
için ufak bir hatırlatma.