Gerekliliği kesinlikle tartışmaya açık, oynamanın zevkli olduğu da. | |
|
<table width="100" align="right" border="0" cellpadding="0" cellspacing="4"> <tr> <td> </td></tr></table> Gerekliliği kesinlikle tartışmaya açık, oynamanın zevkli olduğu da Gerek sitemizde gerek ise dergimizde Postal 2 ile ilgili bir çok ön inceleme yazısı yayınlandı. Her birinde ilk oyundan değişik fikirler ile bahsetmiştik. Bundan dolayı ilk oyun ile ilgili tekrardan bir hatırlatma yazmak istemiyorum. Direk Postal 2'ye girelim. Teknolojinin ve oyuncunun beklentilerinin değişmesi ile oyunlar iyice gerçekçi olmaya başladı. Tabi ki Postal 2'de bundan nasibini aldı. Artık eskisi gibi tepeden görünüş çizgi film tadında bir oyun değil. Karşımıza olabildiğince gerçekçi bir FPS olarak çıkıyor. Marketten süt almak hiç bu kadar aksiyonlu olmamıştı İlk bakışta normal bir şehirde yaşayan normal biriymiş gibi görünsek de oyunda biraz vakit geçirerek ne kadar değişik bir şehirde olduğumuzu anlıyoruz. En baştan başlamak gerekirse, biz annesi ile yaşayan normal biriyiz. Bir oyun firmasında çalışıyoruz ki bu oyun firması yapımcıların kendileri. Bütün olaylar bir grup insanın oyunlarda şiddetin olmaması için bir protesto gösterisi yapması ile başlıyor. Gösterinin sonunda çatışmalar çıkıyor ve aksiyon başlıyor. İlk çatışmalardan sonra hayat normale dönüyormuş gibi gözükse de aslında daha da berbat bir hal alıyor. Oyun boyunca devamlı çatışmalara girip yüzlerce insan öldürüyorsunuz. Ama bu olaylar o kadar güzel kurgulanmış ki isteseniz de istemeseniz de insanları öldürmek zorunda kalıyorsunuz. Evim evim güzel evim Şu öldürmek zorunda kalma olayını açalım. Şehir gerçekten çok garip. Her türden insana rastlamak mümkün. Yuvarlak tiplerden köşe başında insanları soyan zencilere kadar her tür insan var. E böyle bir şehirde zaten adam öldürmemek gibi bir olasılığınız yok. Kaldı ki yapımcılar direk çatışma ortamına girmeniz için ellerinden geleni yapmışlar. İlk görevlerimizden biri süt almak. Bakında basit bir iş gibi gözükse de sütü alırken marketin soyulması ile direk adam öldürmeye başlıyorsunuz. Zaten siz öldürmezseniz onlar sizi öldürüyor. Yada bankaya gittiğinizi düşünün basit bir işlem olan para çekmek için. O sırada banka soyuluyor ve gene öldürmek zorunda kalıyorsunuz. Tabi ki konu hep böyle tek düze değil. Banka soyulurken polisler soyguncular ile çatışmaya girdiğinde siz aşağıya inip kasayı boşaltıp elinizi kolunuzu sallaya sallaya bankadan çıkabilirsiniz. Aslında çoğu olayda size serbestlik sunuluyor. Sizi adam öldürmeye teşvik eden bir diğer unsur ise insanlar. İş yerinize gidiyorsunuz şiddet içerikli oyunlara hayır diye protesto yapan halk ile karşı karşıya kalıyorsunuz, kitap iade etmeye gidiyorsunuz bu sefer halk "kitapları yakın ağaçları kurtarın" diye protesto yapıyorlar. Hiç bir olay çıkmazsa insanlar sizin tipinize bakıp "aa şehre sirk mi geldi?" diyip gülüyorlar. Sizin düzgünce yaşayamamanız için yapılan bir diğer işlem ise karakterimizin sabırsız oluşu. Mesela sütün parasını vermek için sıraya girdikten bir kaç dakika sonra karakter sıkılıyor, sinirleniyor ve sağlığınız yavaş yavaş düşmeye başlıyor. Doğal olarak kendi kendinize ölmemeniz için sırayı temizlemeniz gerekiyor. E "sırayı temizlemişken neden sütün parasını vereyim ki?" derseniz bir de marketi soyuyorsunuz ve böylelikle bütün olaylar bir zincir halinde tamda yapımcıların istediği doğrultuda gelişmeye başlıyor. Yapımcılardan söz ederken şehrin hemen hemen her yerinde özel tişörtler giymiş gezinirken görebiliyorsunuz. Bunlar herhangi bir durumda sizi koruyorlar. Ayrıca ilk görevde bahsettiğim çalıştığımız yer aslında onların oyun yaptıkları bina. Yani yapımcılar kendilerini aynen oyuna hem de aktif olarak koymuşlar. |