Kadim Doğu
Tamu’nun ateşinden dövülmüş ve binlerce savaşın kanıyla beslenmiş bir yürek geldi… kendi halkının özgürlük çağrılarının ahengiyle atan… yaşamı ve ölümü içinde barındıran o karanlıktan çıkmış bir yürek geldi. Kara-Han geldi. Savaşa açlığı ve kana susamışlığıyla kaderine ve yakında evim diyeceği er meydanına yürüdü. Kutsal Şehir Töz’e geldiğinde insanların arasındaki sonu gelmez savaşlardan paramparça olmuş bir ülke gördü. Şehrin insanları savaştan yorgun düşmüş gözlerle onu süzdüler. Bu savaşın sebepleri artık atalarının yırtık pırtık anılarında yok olmaya yüz tutmuştu. Devam etmelerini sağlayan tek şey bu manasız savaşın asırlar içinde doğurduğu kin ve nefretti.
Ejder Kavmi Hakanı Oda-Han karşısına geçti ve ona meydan okudu. “Kimsin ve amacın ne?” dedi. Kara-Han karşısındakini ciddiye almadı ve sadece gülümsedi. Kavmin insanları Hakanlarının çevresini sararken yabancıya yorgun gözlerle baktılar. Oda-Han bu yabancının küstahlığı karşısında öfkelenmişti. Töreden terbiyeden habersiz bu adam da kimdi? Nasıl olur da böyle karşısına dikilirdi? Yabancı gülümseyerek öylece durmaya devam edince Oda-Han Ejder Kavmi’inin Hakanı kimmiş ona öğretmeye karar verdi. Silahını çekti ve çelik fısıldadı ama bu fısıltı sessiz savaşçıyı harekete geçirmişti. O da şu kadarcık korku göstermeksizin kendi kılıcını çekti. Tüm Kavmi nefesini tutmuşken Oda-Han dona kaldı.
... Hayır böyle bir şey olamazdı…
Gerçeği kavrayan Hakan’ın şaşkınlıktan gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Genç savaşçının elinde Gök Kavmin son Hakanı Çağ-Han’ın yani Efsanevi Savaşçının Oniki Orduların Hakanlarını yenebilmiş yegane Büyük Üstadın kılıcı vardı. Oda-Han bu devasa kılıcın kabzasındaki 12 kutsal taşa bakakaldı. Aklında ona kutsal taşların gücünü anlatan ustasının sözleri geldi. “Taşların gücünü elinde buluduran kişi Oniki Orduların gücünü de elinde bulundurur. Bu güçle bir imparatorluk kurulabilir.”
Uzun zaman önce Usta Çağ-Han ve halkı bir yanardağ patlamasında yok olmuşlardı. Tüm Gök-Kavim lav ve küller altında kalıp yok olmuştu. Birçokları bunun sebebinin aşırı hırs ve ihtirasları olduğunu söyledi ama patlamadan sağ kurtulup olanları hatırlayanlar artık çok azdı. Çağ-Han’ın gidişinden sonra bu topraklar hükümdarsız kalmıştı. Oniki Ordular bir kez daha yükselmişti. Ama artık kutsal taşların gücü olmadan savaşlar kontrol edilemiyordu. Toprak Ana kanıyor ve insanları acı çekiyordu.
Oda-Han silahını indirip savaşçının yüzüne baktı. “Çağ-Han?” diye fısıldadı.
“Ben Gök Kavmin Onikilerinden Kara-Han” diye cevap verdi savaşçı. “Bu topraklar onursuz kavgalar yüzünden yeteri kadar kan ağladı. Gerçek Ustaların öğrettiğinden çok daha aşağı ilkeler için yeterince savaş yapıldı.” Sonra duraklayıp kılıcını Oda-Han’a uzattı. O yüce silah kutsal taşların üzerine düşen ışıklarla parlarken konuşmaya devam etti: “Ben buraya senin insanlarına büyük bir şeref bahşetmeye geldim. Insanlarını efsanevi savaş meydanlarına getir getir ki kendinizi ispat edesiniz. Kölelerimle dövüşün size verdiğim görevleri yapın. O zaman savaş meydanından doğrulup diğer kavimlere üstünlük sağlayın ki en güçlüleriniz en beceriklileriniz ve en cesurlarınız Gök-Kavim’in Ustaları arasında girsin bize katılsın.”
Yabancının kim olduğu ve getirdiği haber kulaktan kulağa dilden dile ulaştıkça kalabalık heyecanla haykırdı.
Kara-Han onlara “Bugün büyük bir gün” dedi. “Bugün OnikiGöklerin yıl dönümü olarak bilinsin.”
Sessiz savaşçı heyecanlı bağrışmaların kesilmesini bekledikten sonra devam etti. “Sizin savaşçılarınız bizim ilgimize layık olduğunu ispatladığında Gök-Kavim’e geri dönecekler.”
“Benim babam her şeye layıktır” diye bağırdı Manolya. Yedi yaşlarındaki bir kız şaşkın kalabalığın arasında ite kaka kendine yol açarak geldi ve Oda-Han’a hayran gözlerle bakarak “Öyle değil mi baba?” diye sordu.
Meydan okuyuşu Kara-Han’ı şaşırtmıştı. Savaşçı kızı süzdü. Belki babasını biraz utandırmıştı ama cesareti yadsınamazdı.
Yüzü kızaran ama çocuğunu korumak için de öne çıkan Oda-Han öfkeyle “Layık olmadığımızı kim söylüyor?” dedi.
Kara-Han yavaşça Hakan’ın etrafında yürürken onu baştan aşağıya süzüyordu. “Layık mısınız?” diye sordu alaycı bir şekilde. “Görelim o zaman.”
Bir anda gökyüzü karardı ve etraflarındaki hava soğudu. Ayaklarının altındaki toprak gümbürderken herkes sus pus olmuştu. Orada olup bu olanlara şahitlik eden herkes vadiden onlara doğru yankılanan gökgürültüsüne benzer bir kükreme duydu.
Oda-Han önündeki savaşın hazzını duyumsayarak arkasını dönüp savaşçılarına baktı ve muzaffer bir savaş çığlığıyla saldırı emir verdi.
Ejder Kavmi’nin tecrübeli savaşçıları henüz görünmeyen düşmanlarına karşı savaş konumuna geçip beklemeye başladılar. Ağaçlar güçlü bir yaratığın pençeleriyle ikiye ayrıldı.
Sonrasında meydana gelen savaş şiddetli ve bir o kadar da kısaydı. Oda-Han’ın savaşçılarının bedenleri meydanın her yerine dağılmıştı. Yenilmez yaratığın gazabından Oda-Han dahil sadece bir avuç savaşçı kurtulabilmişti. Canavar şimdi kendisini çağıran savaşçıya yönelmişti. Bu olayı anlatmak üzere hayatta kalanların çok az olmasına rağmen orada olanların zihinlerine şu sahne sonsuza kadar kazınmıştır: Bir ordu dolusu savaşçıyı telef eden bu korkunç yaratığı sessiz savaşçı Gök-Kavim’den Kara-Han tek başına yenmişti.
Tamu’nun ateşinden dövülmüş ve binlerce savaşın kanıyla beslenmiş bir yürek geldi… kendi halkının özgürlük çağrılarının ahengiyle atan… yaşamı ve ölümü içinde barındıran o karanlıktan çıkmış bir yürek geldi. Kara-Han geldi. Savaşa açlığı ve kana susamışlığıyla kaderine ve yakında evim diyeceği er meydanına yürüdü. Kutsal Şehir Töz’e geldiğinde insanların arasındaki sonu gelmez savaşlardan paramparça olmuş bir ülke gördü. Şehrin insanları savaştan yorgun düşmüş gözlerle onu süzdüler. Bu savaşın sebepleri artık atalarının yırtık pırtık anılarında yok olmaya yüz tutmuştu. Devam etmelerini sağlayan tek şey bu manasız savaşın asırlar içinde doğurduğu kin ve nefretti.
Ejder Kavmi Hakanı Oda-Han karşısına geçti ve ona meydan okudu. “Kimsin ve amacın ne?” dedi. Kara-Han karşısındakini ciddiye almadı ve sadece gülümsedi. Kavmin insanları Hakanlarının çevresini sararken yabancıya yorgun gözlerle baktılar. Oda-Han bu yabancının küstahlığı karşısında öfkelenmişti. Töreden terbiyeden habersiz bu adam da kimdi? Nasıl olur da böyle karşısına dikilirdi? Yabancı gülümseyerek öylece durmaya devam edince Oda-Han Ejder Kavmi’inin Hakanı kimmiş ona öğretmeye karar verdi. Silahını çekti ve çelik fısıldadı ama bu fısıltı sessiz savaşçıyı harekete geçirmişti. O da şu kadarcık korku göstermeksizin kendi kılıcını çekti. Tüm Kavmi nefesini tutmuşken Oda-Han dona kaldı.
... Hayır böyle bir şey olamazdı…
Gerçeği kavrayan Hakan’ın şaşkınlıktan gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Genç savaşçının elinde Gök Kavmin son Hakanı Çağ-Han’ın yani Efsanevi Savaşçının Oniki Orduların Hakanlarını yenebilmiş yegane Büyük Üstadın kılıcı vardı. Oda-Han bu devasa kılıcın kabzasındaki 12 kutsal taşa bakakaldı. Aklında ona kutsal taşların gücünü anlatan ustasının sözleri geldi. “Taşların gücünü elinde buluduran kişi Oniki Orduların gücünü de elinde bulundurur. Bu güçle bir imparatorluk kurulabilir.”
Uzun zaman önce Usta Çağ-Han ve halkı bir yanardağ patlamasında yok olmuşlardı. Tüm Gök-Kavim lav ve küller altında kalıp yok olmuştu. Birçokları bunun sebebinin aşırı hırs ve ihtirasları olduğunu söyledi ama patlamadan sağ kurtulup olanları hatırlayanlar artık çok azdı. Çağ-Han’ın gidişinden sonra bu topraklar hükümdarsız kalmıştı. Oniki Ordular bir kez daha yükselmişti. Ama artık kutsal taşların gücü olmadan savaşlar kontrol edilemiyordu. Toprak Ana kanıyor ve insanları acı çekiyordu.
Oda-Han silahını indirip savaşçının yüzüne baktı. “Çağ-Han?” diye fısıldadı.
“Ben Gök Kavmin Onikilerinden Kara-Han” diye cevap verdi savaşçı. “Bu topraklar onursuz kavgalar yüzünden yeteri kadar kan ağladı. Gerçek Ustaların öğrettiğinden çok daha aşağı ilkeler için yeterince savaş yapıldı.” Sonra duraklayıp kılıcını Oda-Han’a uzattı. O yüce silah kutsal taşların üzerine düşen ışıklarla parlarken konuşmaya devam etti: “Ben buraya senin insanlarına büyük bir şeref bahşetmeye geldim. Insanlarını efsanevi savaş meydanlarına getir getir ki kendinizi ispat edesiniz. Kölelerimle dövüşün size verdiğim görevleri yapın. O zaman savaş meydanından doğrulup diğer kavimlere üstünlük sağlayın ki en güçlüleriniz en beceriklileriniz ve en cesurlarınız Gök-Kavim’in Ustaları arasında girsin bize katılsın.”
Yabancının kim olduğu ve getirdiği haber kulaktan kulağa dilden dile ulaştıkça kalabalık heyecanla haykırdı.
Kara-Han onlara “Bugün büyük bir gün” dedi. “Bugün OnikiGöklerin yıl dönümü olarak bilinsin.”
Sessiz savaşçı heyecanlı bağrışmaların kesilmesini bekledikten sonra devam etti. “Sizin savaşçılarınız bizim ilgimize layık olduğunu ispatladığında Gök-Kavim’e geri dönecekler.”
“Benim babam her şeye layıktır” diye bağırdı Manolya. Yedi yaşlarındaki bir kız şaşkın kalabalığın arasında ite kaka kendine yol açarak geldi ve Oda-Han’a hayran gözlerle bakarak “Öyle değil mi baba?” diye sordu.
Meydan okuyuşu Kara-Han’ı şaşırtmıştı. Savaşçı kızı süzdü. Belki babasını biraz utandırmıştı ama cesareti yadsınamazdı.
Yüzü kızaran ama çocuğunu korumak için de öne çıkan Oda-Han öfkeyle “Layık olmadığımızı kim söylüyor?” dedi.
Kara-Han yavaşça Hakan’ın etrafında yürürken onu baştan aşağıya süzüyordu. “Layık mısınız?” diye sordu alaycı bir şekilde. “Görelim o zaman.”
Bir anda gökyüzü karardı ve etraflarındaki hava soğudu. Ayaklarının altındaki toprak gümbürderken herkes sus pus olmuştu. Orada olup bu olanlara şahitlik eden herkes vadiden onlara doğru yankılanan gökgürültüsüne benzer bir kükreme duydu.
Oda-Han önündeki savaşın hazzını duyumsayarak arkasını dönüp savaşçılarına baktı ve muzaffer bir savaş çığlığıyla saldırı emir verdi.
Ejder Kavmi’nin tecrübeli savaşçıları henüz görünmeyen düşmanlarına karşı savaş konumuna geçip beklemeye başladılar. Ağaçlar güçlü bir yaratığın pençeleriyle ikiye ayrıldı.
Sonrasında meydana gelen savaş şiddetli ve bir o kadar da kısaydı. Oda-Han’ın savaşçılarının bedenleri meydanın her yerine dağılmıştı. Yenilmez yaratığın gazabından Oda-Han dahil sadece bir avuç savaşçı kurtulabilmişti. Canavar şimdi kendisini çağıran savaşçıya yönelmişti. Bu olayı anlatmak üzere hayatta kalanların çok az olmasına rağmen orada olanların zihinlerine şu sahne sonsuza kadar kazınmıştır: Bir ordu dolusu savaşçıyı telef eden bu korkunç yaratığı sessiz savaşçı Gök-Kavim’den Kara-Han tek başına yenmişti.